Namaz saatleri
Akrabayı ziyaret ve sıla-i rahim
AKRABAYI ZİYARET VE SILA-İ RAHİM
Sıla-i rahim; gerek kan gerekse evlilik yoluyla oluşan yakın ve uzak akrabalara, hısımlara, yakınlara iyilikte ve yardımda bulunma, onlarla ilgilenme, hal ve hatır sorma, dertleriyle dertlenme, akrabalık bağlarını güçlendirip, koruma şeklinde tanımlanabilir.
Rabbimiz sıla-i rahim yapmamızı Kur’an-ı Kerim’de bizzat bizden istemektedir:
“Adını anıp kendisini vesile ederek birbirimizden dilekte bulunduğumuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınırız.” (Nisa, 4/1)
Çeşitli hadislerde de Peygamber Efendimiz akraba ziyaretini tavsiye etmiştir:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasını görüp gözetsin.”
“Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin.”
“Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse Cennet’e giremez.”
Gerçekten sıla-i rahim, akrabalar arasındaki sevgi bağlarını güçlendirir. Muhabbeti artırır, insanlar arasındaki dargınlıkları ortadan kaldırır. Birbirlerine bağlılığı artırır. İnsanları yalnızlıktan, içine kapanmaktan korur. Maddi ve manevi sıkıntılara beraberce çözüm bulunur. Böylelikle hem kendisi ile hem de toplumla barışık, kendine ve çevresine güveni artmış bir insan ortaya çıkmış olur.
Sıla-i rahimde akrabalara, yakınlara iyilik yapılır. Zor günde olanın, yardıma muhtaç bulunanın ihtiyacı görülür ve mümkün olduğunca giderilir.
Şu var kisıla-i rahimde ihmal etmememiz gerekli olan insanlar öncelikle anne ve babamızdır. Onlar, bizim hayat vesilemizdir. Onlarla ilgilenmek, ihtiyaçlarını gidermek ve rızalarını kazanmak bizim için bir vazifedir.
Akrabalarımıza ve yakınlarımıza karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olmalıyız. Onlarla her karşılaştığımızda selâm vermeli, hal ve hatırlarını sormalı ve iyi dileklerde bulunmalıyız.
Onları orada ziyaret etmeli, mümkünse hediye götürmelidir. Ziyaret edemediğimiz durumlarda da telefon ve e-mail gibi imkânları kullanmalı, başkalarıyla selam yollamalıyız.
Sıla-i rahimde bizimle akrabalık bağlarını koparan yakınlarımıza öncelik vermeliyiz. Şu hadis bu hakikati ifade etmektedir:
“İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir.”
Bilelim ki akrabalarımızı ziyaret etmezsek bizi de arayan soranlar azalacaktır.
Yapılan araştırmalar akraba ziyaretinin sık yapıldığı çevrelerde aile bağları daha güçlü olmakta; bu da daha çok mutluluk, huzur ve güven vermektedir. Yine akrabalarınca ziyaret edilen yaşlıların bunamaya yakalanma risklerinin azaldığı, depresyon ve diğer psikolojik bozukluklara daha dayanıklı hale geldiğini göstermiştir. Sıla-i rahimin sağlıklı sosyal ilişkiler, ruh ve beden sağlığı üzerinde olumlu etkileri vardır. Yani kişileri sosyalleştirmekte, acımasız dünyada yalnız olmadığını hissettirerek kendine ve çevreye güvenini artırmakta, daha mutlu ve huzurlu olmasını sağlamaktadır.
Günümüzde akrabalar yurdun hatta dünyanın dört bir yanına dağılmış durumdadırlar. Hayatta olan bitenleri, sevinç ve üzüntülerimizi onlarla paylaşmalıyız. Yakınlarımızla aramızdaki bağı koruduğumuz sürece kendimizi daha iyi hissederiz. Onlarla ayrı mahalle ve şehirde olmak, uzak yerde yaşamak uzaklaşmak anlamına gelmemelidir.
Çocuklar ve sıla-i rahim
Çocukların gözü önünde ebeveynlere ve akrabalara saygı ve bağlılık göstermekle, özellikle onların yaşlılık dönemlerinde ikramlarda bulunmakla iyi örnek olunur. Çocuk ailesinin genişliğini, birbirine düşkün olduğunu kavrar, kendine ve ailesine güveni artar. Ayrıca kendileri de yaşlandıklarında benzer ilgiyi görürler.
Yine akrabalara yapılan ziyarette çocuklar da kuzenleriyle sevgi dolu ve samimi arkadaşlık kurmuş olurlar. Vakitlerini bilgisayar ve televizyon karşısında değil de oynayarak, gezerek, sohbet ve muhabbet ederek geçirirler. Böylelikle sosyalleşir; depresyon, sosyal kaygı, güvensizlik, çekingenlik gibi rahatsızlıklara karşı korunurlar.
Sefa Saygılı
30 Nisan 2016
sefasaygili@hotmail.com
not:akit gazetesinde alınmıştır
Sizden olan Yöneticilerinize itaat ediniz.
Selamun Aleyküm
Sizden olan Yöneticilerinize itaat ediniz.Müslüman olan insanlar müslüman olan yöneticilerinin islama aykırı olmayan işlerde onlara itaat etmeleri gerekir.Müslümanların çoğunlukta olmayıp azınlıkta olduğu ve başka dinlere mensup veya dinsiz yönetimlerin altında bulunanlar islama aykırı olmayan işlerde yine itaat ederler, islam’ a aykırı ve zulüm altındalarsa kendilerine zulmediliyorsa itaat etmeye mecbur değillerdir.
“ULU’L-EMR-Emir sahipleri.
Ulu’l-emr kavramı, Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin, sizden olan ulu’l-emre de. Sonra bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, hemen onu Allah’a ve Rasûlüne arzedin, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanan kimselerdenseniz…” (en-Nisa, 4/59) anlamındaki âyette geçer. Ayette geçen “ulu’lemr” (emir sahipleri)’nin kimleri kasteddiği konusunda görüş birliği yoktur. Sahabe ve tabiun ile müfessirlerin bu konudaki görüşleri beş maddede toplanabilir:
a) Ulu’l-emr, raşid halifelerdir.
b) Ulu’l-emr, ordu komutanlarıdır.
c) Ulu’l-emr, şer’i hükümler konusunda fetva veren müctehid bilginlerdir.
d) Ulu’l-emr, ehl-i hall ve’l-akd denilen müctehid bilginlerin icmalarıdır.
e) Ulu’l-emr, imamlar, fazıl ve adil fakihlerdir.
Ehl-i sünnet bilginleri, âyetteki ulu’l-emri yöneticiler olarak yorumlarken buradaki itaatı da tanımlayıp sınırlandırmışlardır. İlke olarak, yöneticilere itaat farzdır. Fakat yöneticiden Allah’a isyan anlamına gelecek bir emir çıkması durumunda, müminlerden itaat yükümlülüğü düşer. Buna karşılık aynı yöneticinin Kur’an ve Sünnet’e uygun emirlerine uyulması gerekir. Fısk işlemesi halinde yöneticinin velayet yetkisi düşer. Eğer görevden alınması mümkünse, görevden alınmalıdır. Ama, mümkün değilse, toplum düzeninin bozulmaması için, zorla görevden almaya, isyan etmeye kalkışılmamalıdır.
Ahmet ÖZALP ” Ahmet özalp açıklaması bu şekilde
Kuranı Keirmde geçen Ülü’l Emr ifadesini Hamdi Yazır’ın açıklaması:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa Suresi, 59)
Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz ve Allah’ın elçisine (Hz. Muhammede) itaat ediniz. Sizden olan emir sahibine (idarecilere) de itaat ediniz. Dikkat etmek gerekir ki Allah ve Resulü hakkında “İtaat ediniz” diye mutlak itaat açıkça söylendiği halde, emir sahipleri (idareciler) hakkında “Ülü’l emre itaat ediniz” buyurulmayıp bunlara itaat etmek Peygambere itaata atfedilmiş ve yalnız Peygambere itaat etmeye tabi olarak emredilmiş ve bu şekilde tabi olma altında itaat etmenin hem aynı kuvvetle kayıtsız olarak gerektiği gösterilmiş, hem de isyan edilen şeyler de bu hükmün dışında bırakılmıştır. “Allah’a isyan hususunda hiç bir mahlukata itaat edilmez”. Aynı şekilde “İyi ve faydalı şeylerde itaat edilir.” hadis-i şerifleri de bunu açıklıyor. Şu halde amirin her emri, memuru sorumluluktan kurtarmaya yetmez. Diyelim ki, bir memur amirinin emri ile rüşvet alsa veya hırsızlık yapsa sorumluluktan kurtulamaz. Bu mefhum, amirin kanuna aykırı olan emri memuru sorumluluktan kurtarmaz, diye de ifade olunur.
Dikkate değer kayıtlardan birisi de müminlere hitap edilerek “sizden” kaydıdır ki, mânâsı apaçıktır. Müminlerden olmayan idarecilere itaat etmek dinen vacib kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, varsa bir anlaşmaya riâyet etmek söz konusu olacaktır. Fakat itaat etmenin vacib olmamasından mutlaka isyan etmenin gerekli olduğunu anlamaya kalkışmamalıdır. İtaatin vacib olmaması, isyan etmenin vacib olmasını gerektirmeyeceğinden itaat mecburiyetinde bulunmamakla, isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark vardır. İsyan hakkı başka, isyan etme vazifesi yine başkadır.
Bundan dolayı buradan mümin olmayan bir çevrede (ortamda) bulunan müminlerin şuna buna karşı isyancı ve ihtilalci bir durumda kabul edilmemeleri ve belki müminlerin her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah’a ve Resulüne karşı itaatsizlikten sakınmak ve aynı zamanda kendilerinden olan idarecilere itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemelerinin gerekli olduğunu anlamak gerekir. Bu bakımdan Taberî tefsirinde de zikredildiği gibi şu hadisler ne kadar önemlidir: İbnü Zeydin babasından rivâyet ettiği üzere Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurmuştur ki: “İtaat, itaat, itaatte imtihan da vardır. Fakat Allah dilemiş olsaydı emretmeyi hep peygamberlere verirdi.” Yani peygamberler mevcut iken bile hükümdarlara emretmeyi nasib etmiştir. Ve nitekim Yahya aleyhisselâmın öldürülmesine bile hükmetmişlerdir. Aynı şekilde Ebu Hüreyre’den rivayet olunduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur: “Benden sonra size bir takım valiler valilik edecek iyi iyiliği ile velâyet edecek, günahkar da günah işlemekle velâyet edecek; hakka uygun olan her konuda bunları dinleyin ve itaat edin ve arkalarında namaz kılın, iyilik yaparlarsa hem sizin, hem onların lehinedir. Kötülük yaparlarsa sizin lehinize (menfaatinize), onların zararınadır.” Aynı şekilde Abdullah b. Ömer hazretlerinden rivâyet olunduğu üzere Hz. Peygamber buyurmuştur ki: “Müslüman olan kişinin itaat etmesi onun vecibesidir, hoşlandığında da hoşlanmadığında da. Ancak günah işlemesi emredilmiş olursa başka. Günah işlemeyi emredene itaat yok.” Şuara sûresinde: “O aşırıların emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, ıslah etmezler.” (Şuarâ, 26/151-152) âyeti de bu hususu apaçık ifade ediyor. Ebu’s-Suûd, tefsirinde bütün bunları şu şekilde özetlemiştir. Ayette geçen “sizden olan ülü’l emr”den maksat raşid halifeler ve onlara uyan ve doğru hareket eden hakkı emreden idareciler ve adil davranan valilerdir. Zâlim idarecilere gelince, bunlar Allah’a ve Hz. Peygambere atf ile kendilerine itaat etmenin vacib olmasını hak etmekten uzaktırlar .
Âyette “ümera” buyurulmayıp “ülü’l emr” buyurulması dikkate değer bir husustur. Bu mânâ, amirleri ve hakimleri kapsamaktan başka gerçek anlamıyla (emir vermeye) sahip olmak ve işlerde başvurulacak kimse olmak mânâsını da içine alır. Buna göre sahabe ve tabiinden ilk müfessirler bu konuda bir kaç mânâ nakletmişlerdir:
1- Raşid halifeler,
2- Âyetin iniş sebebine göre küçük müfreze komutanları.
3- “Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kişilere gösterselerdi, içlerinden işin içyüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu (haberin neye delalet ettiğini) bilirlerdi.” (Nisâ, 4/83) âyetinin işaretiyle âyetlerden hüküm çıkarma gücüne sahip olan âlim ve fakihler olduğu zikredilmiş ve bununla emrin yalnız askerî ve sivil idarecilere ait olmayıp daha fazla kazaî (hüküm verme) ve teşriî (kanun yapma ile ilgili) yöne ait bulunduğu da gösterilmiştir. Bundan dolayı Ebû Bekr er-Râzî’nin de hatırlattığı şekilde gerek âyetin beyan uslubuna ve gerekse rivâyetlerin tamamına göre meseleyi daha geniş bir şekilde düşünmek gerekir. Bunun için Fahreddin er-Râzî bu gerçeği inceleyerek Allah ve Hz. Muhammed’den sonra toplumsal bir kural halinde kendilerine kesin olarak itaat etmek vacib kılınan emir sahiplerinden maksat, “erbab-ı hal ü akd” (işleri görüp sonuca bağlayana kimseler) denilen ve ittifakları bütün ümmeti temsil ederek Kur’ân ve Sünnetten sonra başlı başına bir şerî delil meydana getiren icma ehli olması lazım geldiğini, Allah ve Peygambere itaat etmekten sonra en mutlak itaatın ancak bu olabileceğini ve amirlere, hakimlere ve âlimlere itaatin de bunlardan biriyle ilgili olduğunu delil getirerek tafsilatlı bir şekilde açıklamıştır.
Said b. Cübeyr’den rivâyet edildiğine göre bu âyet, Abdullah b. Huzafe b. Kays dolayısıyla indirilmiştir. O sırada Hz. Peygamber onu bir müfrezeye komutan olarak göndermişti. Süddi’nin rivâyetine göre de Resulullah, Halid b. Velid kumandasında bir müfreze göndermişti ki, içlerinde Ammar b. Yasir de vardı. Gittiler, geceleyin hareket hedefleri olan kavime yakın bir yere kondular. Onlar da casuslarından aldıkları bir haber üzerine sabaha kadar kaçtılar. Yalnız içlerinden bir adam çoluk çocuğuna eşyalarının toplanmasını emretmiş ve kendisi gece karanlığında yürüyüp Halid’in askerine gelmiş ve Ammar b. Yasir’i sorup yanına varmış, “Ey Ebu Yakzan! demiş, Ben müslüman oldum diye şehadet ettim, kavmim ise sizin geldiğinizi işitince kaçtılar, ben kaldım; benim müslüman olmam yarın bir fayda verir mi, yoksa ben de kaçayım mı?” diye sormuş, Ammar da, “Hayır kaçma! Sana fayda verir.” demiş. O da kaçmamıştı. Sabahleyin Halid akın etmiş, o adamdan başka kimseyi bulamamışlar. Onu malı ile beraber tutmuşlar. Ammar, haber alınca Halid’e gelmiş, “O adamı bırak, çünkü o müslüman oldu ve ben ona eman verdim.” demiş. Halid de, “Sen kim oluyorsun da adam kurtarıyorsun.” diye çıkışmış ve bundan dolayı birbirlerine söz atmışlar. Nihayet Resulullah’a mahkeme için başvurmuşlar. Hz. Peygamber, Ammar’ın eman vermesine izin vermiş ve bir daha amire karşı böyle kendi kendine söz vermemesini de hatırlatmış, bunun üzerine peygamberin yanında da atışmışlar. Halid, “Ey Allah’ın elçisi! Bu burnu kesik kölenin bana sövmesine müsaade eder misin?” demiş. Resulullah da: “Ey Halid! Ammar’ı kötüleme, çünkü Ammar’ı kötüleyeni Allah kötüler Ammar’a karşı kin besleyenden Allah nefret eder, Ammar’a lanet edene Allah lanet eder.” buyurmuş. Ammar da öfke ile kalkmış. Bunun üzerine Halid, arkasından koşup elbisesinden tutmuş, özür dilemiş, o da razı olmuştu. İşte “Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin.” âyeti bunun üzerine indi, diye nakledilmiştir. Bu iki rivâyetin çözümüne göre âyet, müfreze komutanları ve askerî işler sebebiyle inmiş ve fakat itaat meselesini genel olarak esaslı bir nizama bağlamıştır.
Bundan dolayı Ey müminler! gerek genel bir şekilde birbirinizle ve gerek yetkililer ile sizin aranızda ve gerekse yetkili olanlar arasında herhangi bir şey hakkında tartışırsanız onu Allah’a ve Resulüne götürünüz. Yani yalnız kendi arzu ve isteğinizle halletmeye kalkışmayınız. Çarpışmalara düşmeyiniz. Başkalarına da gitmeyiniz de önce Allah’ı, ikinci olarak Hz. Muhammed’i kendinize başvurulacak yer biliniz, bu hükme ve bu mahkemeye müracaat ediniz. Aranızda biricik hakem ve hakim Allah ve Peygamberini tanıyınız. Değişik hükümlerinizi, fikirlerinizi Allah’ın âyetlerine ve Hz. Muhammed’in açıklamalarına tatbik ederek ve uydurarak birleştiriniz ki, Allah’a müracaat, Allah’ın birliğine inanmada samimiyetle Allah’ın âyetlerini araştırmak ve incelemekle, Resûlüne müracaat da zamanında kendisine ve ondan sonra sünnetine ve halifelerine durumu arzetmekle olur. Zâhiriyye (mezhebi âlimleri) bu âyetten hareketle ihtilafa düşülen meselelerde mutlaka Kur’ân ve Sünnete başvurmanın vacib olduğunu ve bundan dolayı kıyas ile amel etmenin caiz olamayacağını zannetmişlerse de besbellidir ki, Kur’ân ve Sünnetle açıkça anlatılmamış hususların, çekişme halinde Kur’ân ve Sünnete başvurmak için sebeplerini ve illetlerini düşünmekle benzerleriyle mukayese etmekten başka bir yol yoktur. Kıyastan maksat da zaten budur. Fıkıh ve hikmet de budur. Demek ki, İslâm da dört çeşit hüküm vardır.
Kur’ân’da açıkça belirtilen, sünnette açıkça belirtilen, yetkililerin ittifakıyla üzerinde ittifak edilen ve sahih kıyas ile nasslardan çıkarılan hükümler. Bununla beraber bu dördüncüsü ile ihtilaf azaltılabilirse de tamamen birleştirilemez. Bunda anlaşmazlık çıktığı zamanda yetkililerin şûrasına ve nihâyet sultanın emrine müracaat olunur ki, bu da “Allah’a itaat ediniz, Resul’e ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz.” emri gereğince Allah’ın emrine müracaat etmektir. Ve “Emanetleri ehline vermenizi emrediyor.” (Nisâ, 4/58) bunun da kaynağıdır. Ve mutlaka müslümanlar bir olayda ihtilafa düştükleri zaman ilk önce Allah’ın birliğine inanmak, emaneti ehline vermek ve adaletle hükmetmek vazifelerini göz önünde bulundurup, kendilerini Allah’ın ve Peygamberin huzurunda toplanmış görerek ona göre düşünmeleri ve fikirlerini ve arzularını Allah Teâlâ’nın himayesi altına vermeleri ve daima hakkın birliği yolunda gitmeleri lazım gelir. Eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman ediyorsanız böyle yaparsınız, Allah’a ve Resulüne ve yetkililere itaat eder ve şâyet bir şeyde aranızda çekişme olursa onda da Allah’ın ve Resulünün hükümlerine baş vurursanız. Bu başvurmak sizin için halen sırf iyiliktir, çekişmeyi keser. Ve sonuç açısından da daha güzeldir.
“Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı. Allah’ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız.” (Nisa Suresi, 83)
Yukarda diye Allah’a itaat ile, Hz. Peygamber’e itaat etmek birbirinden ayrıldığı halde burada diye ikisi birleştirilerek Peygambere itaat Allah’a itaate çevrildiği sırada hem idarecilere itaatın hükmünün Peygambere itaat etmeye bağlı ve ona eklenmiş olduğunun anlatılması, hem de müslümanların siyasi yönden eğitimlerinin yükseltilmesi için buyuruluyor ki: Bir de kendilerine emniyet veya korkuya dair tatlı veya acı bir emir, bir haber, bir şey gelince hemen onu yayarlar; doğru mu, değil mi, yahut yayılmasında bir zarar var mı yok mu, kamu yararı açısından neşredilmesi caiz mi, yoksa gizlenmesi gerekir mi, düşünmeden danışmadan yayarlar Burada gazetecilerin durumuna da temas eden bir uyarı vardır. Bunlar işittikleri bu haberi Peygambere ve kendilerinden olan idarecilere, yani o işte yetkisi ve ihtisası bulunan zatlara veya amirlere götürüp onlara başvursalar, danışsalar veya havale etseler onu içlerinden bilgi ve tecrübeleri ve iyi niyet ve basiretleri sayesinde istinbat edebilecek ve hüküm çıkarabilecek olanlar mutlaka bilirler, ne yapılacağını anlar, anlatırlardı.
İSTİNBAT: Nebeta, çıkarmaktır. “Nebıt” de bir kuyu kazılırken ilk çıkan su demektir. İşte çözümü istenen bir olay, bir konu karşısında elde bulunan prensipler ve bilgileri inceleme ve etraflı bilgi edinme, araştırma ve düzeltme ve karşılaştırarak yeni bir bilgi ortaya çıkarmaya da istinbat ve istihrac denilir ki, bu bir meleke ve özel bir kudrettir. Herhangi bir işte böyle bir liyakat ve yeterlik sahibi olanlar, o işin müctehidi ve gerçek sahibi ve Allah katında yetkilileridir. Bunun için Allah’a ve Peygamberine müracaat edildiği gibi, burada da Allah’ın Peygamberine ve böyle yetkili kimselere müracaat tavsiye edilerek bunlara da itaat etmenin Peygambere itaat etmeye bağlı olduğu bir daha anlatılmıştır. Bundan dolayıdır ki icmada geçerli olan görüş bu gibi yetkili zevatın görüşüdür.
Bu âyet bize özellikle şu hükümleri anlatıyor:
1- Olaylarla ilgili hükümler içinde doğrudan doğruya âyet ile bilinmeyip istinbat ile bilinecek olanlar da vardır.
2- İstinbat da bir delildir.
3- İstinbata ehil olmayan bilgisiz kimselerin olaylarda ve bilmedikleri konularda âlimlere başvurmaları ve onlara uymaları gerekir.
4- Hz. Peygamber bile istinbat ile mükelleftir. Çünkü bu ayetin Peygamberi de kapsadığında şüphe yoktur.
İniş sebebine gelelim: Münafıklar fırsat buldukça düzmece şeyleri ve uydurdukları kötü yalanları yayarlar. Müslümanların zayıflarından bir takım halk da müfrezelerin durumlarıyla ilgili tatlı veya acı herhangi bir haber işittikleri zaman doğruluğunu, yanlışlığını araştırmadan, ne öncesini, ne de neticesini hesaba katmadan doğrudan doğruya yaymaya kalkışırlardı. Ve bu gibi saygısızlıklardan bazı fitneler meydana gelirdi. Tefsircilerin çoğu, bu âyetin bundan dolayı indiğini açıklamışlardır ki, bu şekilde âyetin iniş sebebi, savaş ve askerî durumlarla ilgili olmuş oluyor. Diğer taraftan Sahih-i Müslim’de Hz. Ömer’den, İbnü Abbas kanalıyla rivayet edildiğine göre, Resulullah’ın, kadınlarından bir süre için uzak durduğu esnada, bir gün Hz. Ömer camide insanların, Resulullah bütün hanımlarını boşamış diye üzülerek konuştuklarını görmüş ve bu haberi aklı almadığından derhal koşup izin isteyerek peygamberin huzuruna girmiş, biraz derdini anlattıktan sonra bir fırsat bulup “kadınlarını boşadın mı?” diye sormuş, “hayır (boşamadım)” cevabını alınca çıkıp “bilesiniz ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) kadınlarını boşamadı” diye bir tellal gibi seslenmiştir. Bu âyet de bunun üzerine inmiştir ki, Hz. Ömer’in gerçeği istinbatına (ortaya çıkarmasına) işaret etmekle, onu övmeyi de kapsamaktadır. Bu rivâyete göre âyetin iniş sebebi, Nisâ sûresinin esas itibarıyla içine aldığı aile hükümleri ile bir ilgisi de vardır. Fakat terbiye ile ilgili hükmü genel olduğundan âyet daha fazla savaşla ilgili durumları ve siyasi eğitimi hedef alan bir nazım uslubuyla ifade buyurulmuştur. Çünkü bunlarda boş boğazlık daha çok yapılır ve daha fazla zararlıdır.
Ey Müslümanlar! Eğer Allah’ın bu fazileti ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı, yani böyle peygamber ve istinbata gücü yeten ilim ehli yetki sahipleri ile doğru yola irşad ve hidâyeti olmasa muhakkak ki siz çoğunlukla şeytana, şeytan gibi münafıklara uyardınız, sürüklenirdiniz, uymadığınız konular veya uymayan adamlar pek az olurdu. Çünkü az çok aklı olan herhangi bir kimse her konuda şeytana aldanmaz. Kitabın sırlarını bilen ve hüküm çıkarmaya gücü yeten yetkililer, çok geniş bilgi sahibi olan âlimlerden olan zatlar da hak ve hayırlı işleri Allah’ın kuvvetiyle birbirinden ayırmaya güçleri yettiğinden bunların da şeytana aldanması pek az olur. Halbuki halk, çoğunlukla aldanır. Bununla birlikte ilim ehlinin aldanmaması da yine Allah’ın fazilet ve rahmeti sayesindedir. Bunun için diğer bir âyette: “Eğer üzerinizde Allah’ın lutfu ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyyen temize çıkmazd” (Nur, 24/21) buyurulmuştur.
Elmalılı Hamdi Yazır, Tefsir
Neler oluyor? M.Necati Özfatura dan
Neler oluyor?
Dış Politika
M.Necati Özfatura
Irak ordusunun tek kurşun atmadan DAEŞ’e teslim ettiği Musul’a karşı 17 Ekim 2016 tarihinde başlatılan operasyon, aslında Musul’u kurtarma maskesi altında ABD ve İran liderleri nezdinde “Sünni-Şii iç savaşı”dır. Ve bu görev son derece azgın, Ehl-i sünnet, Eshab-ı kiram (rıdvanullahi aleyhi ecmain) düşmanı İran’ın Şii katillerine verilmiştir.
63 ülkenin Irak’ta işi ne? Musul’u DAEŞ’ten kurtarma bahanedir. Musul ve Felluce’de en az 2 milyon Türkmen yaşamaktadır. ABD, Irak ve İran’ın Türkiye’yi devre dışı bırakma isteği art niyetlidir. Musul’u kurtarmak gerçek gaye ise bu operasyona katılmak isteyen Türkiye neden istenmiyor?
Erbil’de toplanan Sünni aşiret reisleri “Gerçek işgalci İran’dır. Türkiye’nin Irak’ta olması lazım” demiş ve Irak başbakanını “ahmak” ve “nankör” olarak suçlamışlardır. Barzani’nin Özerk Kuzey Kürt İdaresi ile Türkiye arasında anlaşma vardır.
Geçmişte Barzani ile Talabani savaşırken aralarındaki barışı Türkiye sağlamıştır. ABD, İran ve Irak’ın Türkiye düşmanlığının gerçek sebebi Türkiye ve bilhassa Erdoğan’ın ABD’nin iç savaş niyetini açıklamasıdır.
Türkiye, Irak’ta planlanan soykırım ve Sünni-Şii çatışmasına kesin olarak karşıdır. Türkiye’nin B ve C planlarını kamuoyu bilmemektedir. Sünni aşiretler ya da Barzani idaresi Türkiye’den yardım isteyebilir. Musul ile tarih, din, akrabalık ve çok sayıda ortak değerlerimiz var. Birinci Dünya Savaşı sonunda Mondros Mütarekesinin ana maddesi: Osmanlının fiilî ve hukuki hakimiyeti altındaki topraklar Osmanlı vatanıdır. Osmanlı Mebusan Meclisinin aldığı kararda yani “Misak-ı Millî”de Musul vardı. Lozan’da Musul bizim toprağımız idi. Diplomasinin D’sini bilmeyen İnönü’nün hataları ile buraları kaybettik.
İngiliz temsilcisi Lord Curzon Lozan’da masaya oturduğunda cebinde başbakanının telgrafı vardı. Bu telgrafta “İngiliz halkı savaştan yoruldu. Savaş istemiyor. Musul için ısrar etme, çatışma olmasın” diyordu. Ama Musul için ısrar etmeyen Türkiye oldu. İngiltere değil. Irak petrollerinden hisse teklifi yerine Irak’a düşen petrol gelirinin yüzde 10’u istendi. Bu ise hiçbir zaman ödenmedi.
Musul meselesi ve yapılan yanlışlar kitaplara sığmaz. Türkiye’nin hiçbir ülke ve münhasıran Irak’ın toprağında gözü yoktur. ABD ile İran, Irak’ta mezhep çatışmasının planlayıcısı ve itici gücüdür. ABD, Irak ve Libya ordusunu felç etmiştir. Suriye’de başarılı olamamıştır. Ordu rejime sadık kalmıştır. Irak’ta DAEŞ maskesi ile bir inanç yani Ehl-i sünnet itikadı yok edilmek istenmektedir. Böylece ABD ve İran Türkiye’yi kuşatmak istemektedir. Fırat Kalkanı operasyonu devam etmelidir. Tekrar söylüyorum. Irak’ta bulunmaya mecbur değiliz, mahkûmuz…
Irak’ta Maliki ile başlayan ve İbadi ile devam eden süreçte Şii bir devlet kurulmuştur. Sünniler bir nevi öteki kabul edilmiştir. Irak idaresi mezhepçi faaliyetlerinden vazgeçmedikçe Irak asla ve asla huzura kavuşamaz. Irak’ta inkârı mümkün olmayan gerçek şudur: DAEŞ’i Musul’dan kazımak bahanesiyle Sünni katliamı gerçekleştirmek istenmektedir. Bu planın mimarı da Siyonizm emrindeki ABD’dir.
Bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert ve ısrarlı tutumu ile Türkiye operasyona ve masaya dâhil olmuştur. Ve Kılıçdaroğlu bu gelişme karşısında şoke vaziyettedir!..
21.10.2016
Chi Chalaldi vish gaf
English | Lezgian | okunuşu | turkce |
I | зун | zu | ben |
you | вун | vu | sen |
we | чун | çu | biz |
this | и | i | o |
that | а | a | şu |
who? | вуж | vuc | kim |
what? | вуч | vuç | ne |
no(t) | туш | tuş | hayır |
all | вири | viri | hepsi |
a lot | гзаф | gzaf | çok |
one | сад | sad | bir |
two | кьвед | kued | iki |
big | чIехи | çehi | büyük |
long | яргъи | yargi | uzun |
small | гъвечIи | qkürü | kısa |
human | кас | kas | insan |
man | итим | itim | adam |
woman | паб | pab | kadın |
fish | гъед | ğed | balık |
bird | нуькI | nükh | kuş |
dog | кицI | kich | köpek |
louse | нет | net | bit |
tree | тар | tar | ağaç |
seed | тум | tum | tohum |
leaf | пеш | pbeş | yaprak |
root | дувул | duvul | kök |
(tree-) bark | чкал | çkal | kabuk |
skin | хам | ham | deri |
meat | як | yak | et |
blood | иви | ivi | kan |
bone | кIараб | krab | kemik |
egg | кака | kıka | yomurta |
head | кьил | kil | baş |
horn | карч | karç | boynuz |
tail | кьачI | kaç | kuyruk |
feather | цIакул | cakul | tüy |
hair | чIар | çar | saç |
ear | яб | yab | kulak |
eye | вил | vil | göz |
nose | нер | ner | burun |
mouth | сив | sin | tepe |
tooth | саx | sah | diş |
tongue | мез | mez | dil |
(finger-)nail | кек | kek | tırnak |
leg | кIвач | kıvaç | but |
knee | мет | met | diz |
hand | гъил | gğil | el |
stomach | руфун | rufun | karın |
neck | гардан | gardan | gerdan |
breast | хур | hur | göğüs |
heart | рикI | rikh | ciğer |
liver | лекь | leq’ | karaciğer |
to drink | хъун | kuun | içmek |
to eat | тIуьн | tünn | yemek |
to bite | кIасун | kasun | ısırmak |
to see | акун | akun | görmek |
to hear | ван хьун | van hun | işitmek |
to know | чир хьун | cir hun | bilmek |
to sleep | ксун | kusun | uyumak |
to die | кьин | ki’n | ölmek |
to kill | кьин | ki’n | ölmek |
to swim | сирнав авун | sırnav avun | yüzmek |
to fly | лув гун | luv gun | uçmak |
to go | фин | fin | gitmek |
to come | атун | atun | gelmek |
to lie (down) | къаткун | katun | kaçmak |
to sit | ацукьун | acukun | oturmak |
to stand | акъвазун | akazun | durmak |
to give | гун | gun | vermek |
to say | лугьун | luhun | söylemek |
sun | рагъ | rağ | güneş |
moon | варз | varz | ay |
star | гъед | ğed | yıldız |
water | яд | yad | su |
rain | марф | marf | yağmur |
stone | къван | kuan | taş |
sand | къум | kum | kum |
earth | чил | cil | yer |
cloud | циф | cif | bulut |
smoke | гум | gum | duman |
fire | цIай | c’ay | ateş |
ash | руьхъ | rükh | kül |
to burn | кун | kun | yakmak |
road | рехъ | rekh | yol |
mountain | сув | suv | dağ |
red | яру | yaru | kırmızı |
green | къацу | kacu | yeşil |
yellow | къипи | kipi | sarı |
white | лацу | lacu | beyaz |
black | чIулав | çulav | siyah |
night | йиф | yif | gece |
hot | кудай | kuday-çimi | sıcak |
cold | мекьи | meki | soğuk |
full | ацIай | acun | dolu |
new | цIийи | ciyi | yeni |
good | хъсан | kısan | iyi |
round | гургутI | gurgut | yuvarlak |
dry | кьурай | kuran | kuru |
name | тIвар | tar | isim |
LezgiMp3
Yahudilerle İlgili Bazı Meseleler..
Yahudilerle İlgili Bazı Meseleler..
Perşembe, 08 Temmuz 2010
Kadir MISIROĞLU
A- Yahudiler Komünist Rusya’yı Nasıl Yıktılar?!..
İngilizler çekilip gittikten sonra Arap-Yahudi münâsebetleri bir gayyâ kuyusu gibi dehşetli bir kargaşa halinde sürüp giderken, Yahudiler, Araplar karşısına hatırı sayılır bir Yahudi nüfusu toplayamadılar. 20-30 senelik bir gayret ve faaliyetin neticesinde İsrail’deki mevcudiyetleri 2,5 milyon kişiyi bulmuşsa da bunun daha fazla artması sağlanamadı. Çünkü bütün Dünya’ya dağılmış olan Yahudiler, her yerde rahat ve müreffeh idiler. Bugün de böyledir.
Bundan dolayı maddî yardım yapmakta cömert davrandıkları halde, gelip orada yerleşmek husûsunda ağırdan aıldılar. Bunu ancak bir avuç idealist ile fakir Yahudiler yaptılar. Bunlarla da beklenen sayıya ulaşılmayınca, yüz milyonluk bir Arap kitlesi karşısında tutunabilmek için İsrail’e intikal edip yerleşecek Yahudi aramaya koyuldular. Bunu da ancak Rusya’da bulabildiler. Çünkü Rusya’da “Bolşevik İhtilâli” nin bidâyetindeki hâkimiyetlerini Sitalin devrinde (onun da karısı bir yahudidir) kaybetmiş bulunan Yahudiler, Rusya’da sıkıntılı bir hayat sürmekte idiler. Hem onları bu sıkıntıdan kurtarmak ve hem de bu durumdaki insanların İsrail’deki sabotaj vesâir hareketlerin doğurduğu huzursuzluğa aldırış etmeyebilecekleri düşüncesiyle Rusya’ya müracaat ettiler.
Ruslar, Yahudiler’in beynelmilel siyâsetteki güçlerini itildiklerinden onlara yekten:
“-Hayır, olmaz!” demek yerine, gerçekleşme şansı olmayan bir teklifle mukabelede bulundular. Bu da şuydu: “isterlerse Rusya’daki 6 milyon Yahudi’yi toptan alabilirlerdi.”
Tabiî İsrail bunun gerçekleşme şansı olmadığı için söylendiğini anlamakta gecikmedi ve Rusya’yı gölgeleyecek bazı hareketlerle yola getirme çaresine başvurdu. Amerika’daki nüfuzlarını kullanarak Komünist Çin’i, Birleşmiş Milletler’ealdırdılar. Amerika ile Çin arasında diplomatik münâsebet te’sisini ve Amerikan Reis-i Cumhûru’nun Pekin’i ziyaret etmesini sağladılar. Fazladan olarak Çin’in Doğu Türkistan dolaylarında Ruslar’la çıkmış olan bir ihtilâfı körükleyerek ve Çin tarafına yardım ederek Rusya’yı rahatsız etmeye başladılar.
Dünya’da o güne kadar komünist hareketin lideri kabul edilen Rusya, bu mevkii Çin’e kaptırma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Diğer taraftan hemen hemen her ülkede mevcud olan marksist toplulukların içinden Maocu, yani Çin taraftarı bir başka hizip türettiler. Marksistlerin faaliyetlerinden rahatsız olan o ülkeler de solcuların bu sûretle bölünmelerinden ve birbirlerine düşme-lerinden fayda umduğu için, istihbârat teşkilâtlarını bu işi körükleyici bir tarzda kullandılar. Bu durum Türkiye’de bile aynen böyle olmuştur.
Bu hâli gören Rusya, Yahudiler’le anlaşmak ihtiyacını hissetti. İsteyen yahudilerin Rusya’dan çıkarak peyderpey İsrail’e gitmeleri husûsunda bir taahhütte bulundu. Arapların itirazına karşı da, bu kararı kâğıt üzerinde bırakacağını ve fiilen gerçekleştirmeyeceğini söyleyerek iki tarafı da memnun etmeye çalıştı. Gerçekten epey bir zaman böyle yaptı. Herhangi bir yahudi, Rusya’dan çıkıp gitmek üzere pasaport isteyince Rus polisi tâhkikat yaptı. Eğer o, Amerika’ya gitmek istiyorsa, pasaport verildi. İsrail’e gitmek istiyorsa nâdiren müsaade edilip, ekseriyetle engellendi. Bunu gören Yahudiler vaktiyle Çarlık Rusyası’na yaptıkları gibi Komünist Rusya’ya da 25 sene zarfında gerçekleşecek bir çökertme plânı tatbik ettiler. Bu plân, propaganda silâhını kullanarak Rusya’nın ekonomisini yanlış yönlendirmek ve onu binnetice iktisâden çökertmek mahiyetinde idi.
Önce Amerika’da başlamış olan fezâ çalışmaları’nı “Yıldızlar Harbi” palavrasıyla Rusya’yı endişeye sevk edecek bir sûrette bütün Dünya’ya yaydılar. Rusya kendi cazibesinin azaldığını görerek bu vadide Amerika’dan geri olmadığı kanaatini hâsıl edebilmek için neticesiz fezâ çalışmalarına ağırlık verdi. Bu uğurda 15-20 milyar dolar masrafa girdi. En sonunda öyle bir durum hâsıl oldu ki, fırlattıkları bir fezâ gemisinin geriye getirebilmesi için Ameri-kalılar’dan yardım istemek mecbûriyetinde kaldılar.
Diğer taraftan Rusya’nın Afrika’da kazanılmış memleketleri vardı. Bunların kaybedilmesi için anti-komünist çeteler organize edildi. Bunlar, silâhla desteklendi ve başta “Zimbabve” olmak üzere Rusya’nın kaleleri birer birer milliyetçi teşkilâtlarca ele geçirildi. Rusya, Afrika’daki durumunu kurtarabilmek için taraftarlarına silâh yardımı yapmaya mecbûr kaldı. Bu da kendileri için fezâ çalışmalarındakine benzer ağır bir ekonomik külfet oldu.
Bu arada Afganistan’a saldıran Rusya’ya karşı, Afgan mücâhidleri zâhiren kendi kendilerine mukâvemet ettiler. Hakikatte ise, Amerika ve dolayısıyla Yahudi desteğiyle Rusya’yı dize getirdiler. Bu küçücük Afgan hâdisesi bile Rusya’ya 5 milyar dolar civârında bir meblâğa mâl olmuştur.
Bu ve benzeri hadiseler dolayısıyla, zaten iyi olmayan Rus ekonomisi çöktü. Rusya zaafını belli etmemek için önce el altından Alman entelijansı ile anlaştı. Doğu Alman’dan Batı’ya geçmek isteyen insanlara, gûyâ, seyahat hürriyeti dolayısıyla vize veriliyormuş gibi davranılarak, oradan Çekoslovakya’ya geçmelerine izin verildi. Hakikatte ise kelle başına 7 bin mark üzerinden anlaşılmıştı. Bunu meşrûlaştırmak için de o günkü Rus idarecisi Gorbaçov, Rusya’da bir zihniyet değişikliği ile ortaya çıkmış göründü ve bunu “Glasnot” adıyla Dünya’ya duyurdu. Gûyâ Doğu, Almanlar’a tanınan bu seyahat hürriyeti, bu yeni zihniyetin eseriydi. Kısa zamanda Doğu Alman’dan Çekoslovakya’ya, oradan da Batı Almanya’ya geçenlerin sayısı 2 milyondan ziyâde oldu. Bunu gören Rusya, herkesin Batı’ya geçmek istediğini anlayınca -artık kendisi için ekonomik bir önemi kalmamış olan- bütün Doğu Alman’ı terk etmek mukâbilinde Alman enteli jansı ile anlaştı. Rivayete göre Almanlar, Berlin Duvarı’nın yıkılmasına göz yumması karşısında Rusya’ya 15 milyar mark teklif ettiler. Buna ilâveten 100 milyar marklık da Rusya dâhilinde yatırım yapmak vaadinde bulundular. İlâveten İkinci Cihan Harbi’nde Rusya dahilinde kalmış olan ve Rusya’nın Volga boylarında bir araya toplamış olduğu 2 milyon civarındaki Alman topluluğuna bir “muhtariyet” verilmesi teklifinde bulundular. Bundan sonrası mâlum. İki tarafın ajanları, halktan biriymiş gibi görünerek Berlin Duvarı ‘na hücum ettiler ve bu duvarın yıkılmasıyla iki Almanya birleşmiş oldu.
Fakat bu sûretle temin olunan maddî imkânlar, Rusya’nın yarasını sarmaya kâfî gelmedi. Gorbaçov, Genel Kurmay Başkanı’nı çağırarak:
“-Maaşlarınızı veremiyorum, aç kalmaya mı razı olursunuz, yoksa komünizmden vazgeçiyoruz, bize yardım et, diyerek Amerika’ya müracaat etmemize mi râzı olur sunuz!..” deyince, 10 milyonluk ordunun başında bulunan bu zât:
“-Karnımızı doyur da, ne yaparsan yap!..” demek mecbûriyetinde kalmıştır.
Bunun üzerine Rusya’da komünizmin iflâsı ilân edilmiş, Amerika’dan 500 milyar dolar yardım talep edilmiştir. Bunun yarısı peşin, yarısı da ellişer milyar dolarlık 5 senelik taksitler halinde olacaktı. Amerika, cüz’î yardımlarla iktifâ edip bu talebi yerine getirmeye râzı olmayınca, Gorbaçov, bu yardım yapılmadığı takdirde komünistlerin tekrar iktidar olacakları vehim ve korkusunu yaratmak için sun’î bir ihtilâl teşebbüsü planlamıştır. Kendisi sûretâ Kırım’a kaçmış ve Moskova’da bir kısım tanklar harekâta geçmişken, Amerikan desteği ile Yeltsin tankların üzerine çıkıp mukâvemet etmiş ve ihtilâl fiyaskoyla nihâyetlenmiştir. Bunun üzerine Gorbaçov, Amerikalıların bu sırrı ifşa etmemeleri şartıyla iktidardan uzaklaşmayı kabul etmiş, yerini Yeltsin’e bırakmıştır.
Bu arada tipik bir tecrübe yaşanmıştır. Körfez harbinin patlak vermek üzere olduğu bir hengâmda Rusya’dan takriben 200 bin Yahudi, İsrail’e gitmek üzere Almanya’ya gelmişti. Körfez harbi krizi dolayısıyla İsrail’e gitmekten vaz geçip Almanya’ya siyasî mülteci olarak yerleşmeye karar verdiler. Almanlar da korkularından onları bağırlarına basmaya mecbûr kaldılar.
B- Pkk ve İsrail
Bu keyfiyet, Yahudilere “İsrail’de sulh, sükûn avdet etmedikçe Rusya’dan beklediği miktarda Yahudi gelmeyeceği”düşüncesini ilhâm etti. İşte bu sebepledir ki, Yahudiler Yaser Arafat’ı çağırarak, O’na bugün artık sallantıda bulunan“muhtâriyet”i vermeye razı oldular. Bununla Yaser Arafat’ın tatmin olup, anarşiyi önleyebileceğini sandılar. Halbuki İsrail’deki kargaşanın tek âmili Yaser Arafat’ın güdümündeki “el-Fetih” teşkîlâtı değildi. Yahudiler diğer bazı grupların Sûriye güdümünde olduğunu görmekte gecikmediler. Bunun için Sûriye’yi de bir sûretle tatmin etmek ihtiyacını hissettiler. Bunu da Türkiye’nin sırtından yapmayı plânladılar. Bu maksatla, o zamanki Türk Dışişleri bakanı Hikmet Çetin’i İsrail’e davet ettiler. PKK meselesini ortaya attılar. Şayet Sûriye’ye talep ettiği suyu verirsek, kendilerinin yardımıyla PKK’nın bertaraf olacağı telkîninde bulundular. Fazladan olarak PKK’nın Avrupa’daki kollarını da koparabileceklerini söylediler. Bu plân üzerinde anlaşıldı. Hikmet Çetin, Türkiye’ye döndükten az bir zaman sonra Sûriye Dışişleri Bakanı Târik Sara Ankara’ya davet edildi ve talep edilen su fazlasıyla verildi. Fakat Sûriye bu tâviz mukâbilinde PKK’yı barındırmama taahhüdünde bulunmuş olmasına rağmen fırsat bu fırsat diyerek üstelik Yahudilerden bir de Golan Tepeleri’nin geriye teslimini istemiştir. Bu ise, Yahudilerce verilebilecek bir tâviz değildi. Zira içme suyu sıkıntısı çeken İsrail, ihtiyacının büyük bir kısmını buradan temin etmekteydi. Ayrıca Golan Tepeleri’nin büyük bir askerî ve stratejik ehemmiyeti vardı. Bununla beraber yahudiler, bize karşı Avrupa’da taahhüd ettiklerini yerine getirdiler. Almanlar’a dönüp dediler ki:
“-Siz bu PKK’yı barındırmakla hata ediyorsunuz. Çünkü bu silâhlı bir çetedir. Silâh para ile alınır. Bunlar parayı uyuşturucu ticaretinden elde ediyorlar. Seninse, her yıl 20-30 bin gencin uyuşturucu yüzünden ölmektedir. Bunları barındırma!”
Hakîkaten Almanlar, PKK merkezindeki evraka el koyunca, bu iddianın doğru olduğunu gördüler. Bu fesat yuvalarını kapatarak PKK’yı kanundışı ilân ettiler. Bu iş, Beyne’l Milel masonluk kullanılarak Belçika’da, Hollanda’da, Fransa’dave hatta İngiltere’de de aynen gerçekleşti.
Sûriye’ninse, PKK’nın uyuşturucu ticaretinden transit ücreti olarak, yılda 5 milyar dolar civarında bir kazancı vardı. Bundan mahrum kalmak istemiyordu.
Yahudiler, Sûriye’yi yola getirmek ve binnetice onların güdümündeki HAMAS’ın tedhişinden kurtulabilmek için, Amerika’daki nüfuzlarını kullanmaya mecbûr kal dılar. Zira PKK’yı bertaraf etmenin İsrail’e zarar verecek bir veçhesi yoktu. Çünkü PKK, Kürt görünüşlü bir Ermeni harekâtıdır. Abdullah Öcalan‘nın anası da, babası da mâhud Ermeni katliâmından bakiye birer ermeni yetimidir. Güney doğu’da Ermeni sekene (oturanlar) mevcud olmadığından onların davası ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesiyle gerçekleşebilecek bir keyfiyettir. Çünkü bu takdirde AB’ye dâhil ülkelerde yaşayan takrîben 4 milyon Ermeni, AB’yi kuran “Roma Andlaşması”nın mahsûs maddesine istinâden gelip Güney doğu’da arazi satın alabilecek ve orada yerleşebileceklerdir. Ancak bundan sonradır ki, orada bir hır-gür çıkartarak bölünmeyi sağlayabilirler. Halbuki Türkiye’nin AB’ye girmesi halinde (1) ” Arz-ı Mev’ud”un bir parçası olan Güneydoğu Anadolu’nun Yahudi eline geçmesi adetâ imkânsız olacaktır. Yahudiler bu toprağı 70 milyonluk bir Türkiye’den veya onun maazallah parçalanması ile kurulacak küçük bir devletten talep etmek yerine, karşılarında 600-700 milyonluk bir AB devleti bulacak!.. Bu, onların plânlarının müstakbelde gerçekleşmesini güçleştireceği cihetle PKK’ya esasen hiçbir zaman sıcak bakmamışlardır. Onun kamufle bir Ermeni Hareketi, olduğunu bilen Batı Hıristiyan Âlemi’nin desteği ise, kendilerince doğru ve aşikâr bir hesap neticesidir.
Ermeniler, PKK’yı üç maksad için vücûda getirmiş ve Batı Hıristiyan Âlemi de bu maksadlar için O’nu desteklemiştir. Bu destek, bu gün de aynı sebeple devam etmekte ve Abdullah Öcalan’m idamı engellenebilmektedir. Bu maksatlar şunlardır:
1) Kürtler’den Ermeniler’in intikamını almak. Zira tarihte “Ermeni Katliâmı” adıyla ayyuka çıkarılmış olan hâdise, Kürt aşiretlerinin işidir.
2) Bölgede Kürt nüfûsunun ölüm veya hicret sebebiyle azalmasını sağlamak. Çünkü ancak bu takdirdedir ki, oraya bilâhare taşınacak Ermeniler hatırı sayılır bir çoğunluk olabileceklerdir.
3) Araziyi ucuzlatmak. Çünkü Ermeniler, Tıpkı Filistin’de Yahudiler’in yapmış olduğu gibi burasını Avrupa Birliği’ne kabul edilişimizden sonra parayla satın almayı planlamaktadırlar.
Yahudiler, PKK’ya mukabil Kuzey Irak’ta nüvelenen gerçek Kürtçü hare-ketleri desteklemektedirler. Hem de başından beri… (2)
Yıllardır münâkaşa edilmekte bulunan “Uğur Mumcu Cinâyeti” nin sebebi de budur. Kardeşinin, televizyonlarda ifşâ edişine göre, Uğur Mumcu İsrail’in Kuzey Irak’taki Kürtçü Barzânî hareketine senede 50 milyon dolar yardım etmekte olduklarına dâir ifşaatın kurbanı olmuştur.
İsrail, dâhilindeki bir kısım anarşiyi durdurmayı temin maksadıyla Sûriye’nin burnunu yere sürtmek isteyince, PKK kozunu kullandı. Amerikan cesaretlendirişi ile önce bir askerî şahsiyet, sonra da bir siyâsî lider, Suriye’ye Abdullah Öcalan ve PKK dolayısıyla tehditler savurdu. Sûriye istihbârâtı bu cesaretlendirişin kaynağını öğrenmekte gecikmedi. Ancak bizimkiler yanlış bir ifade kullanarak Sûriye’ye müteveccih tehditlerinde:
“-Abdullah Öcalan’ı ya bize teslim edersin, yahud da ülkenden çıkarıp atarsın; yoksa….” diyerek alternatifli bir teklifte bulundular.
Alternatifli bir tehdîd veya teklife muhâtab olan herkes, kendince en ehven olanı seçer. Sûriye de öyle yaptı. Abdullah Öcalan ‘ı Suriye’den çıkmaya mecbûr etti. Onun bundan sonraki mâcerası mâlumdur. Önce gizlice Rusya’ya gitti. Amerikan istihbârâtı bunu haber almakta gecikmedi. Dâvânın takipçisi Amerika olduğu içindir ki, o önce Rusya’da, sonra da Yunanistan’da barınamadı. Nihayet bir ara kademe olarak, kendisini teslim etmek millî menfaati için bir handikap olmayacak, basit bir Afrika ülkesinde soluğu aldı. Oradan İsrail tarafından derdest edilerek Tel-Aviv ‘e getirilip, bizimkilere teslim edildi. Gözleri bağlı olduğu için, bu gerçeği, belki Abdullah Öcalan bile hâlâ bilmemektedir.
C- İsrail, Filistinliler’e Verdiği Muhtâriyeti Geri Almak İstiyor ?
Suriye’nin, PKK ve Abdullah Öcalan vâsıtasıyla prestij kaybına mâruz kalması, İsrail’deki tedhîş hareketlerini nihâyete erdirmeye yetmedi. Çünkü böyle hareketleri gerçekleştiren ve güdümlü olmayan başka teşekküller de türemişti. Bundan dolayı kargaşa devam etti. Çünkü bu tedhîş hareketleri, amel-aksülamel (aksiyon-reaksiyon) kanununa göre yürümektedir. Filistin’in yerli halkına karşı kuruluşundan itibaren her türlü zulüm ve îtisafı (yok etme-jenosit) kendince meşrû bir hak kabul eden İsrail, zavallı yerli halkın âcizâne mukâbelelerini Dünya’nın gözüne baka baka utanmadan“terör” olarak ilan edebilmektedir. Halbuki asıl terörü kendisi yapmakta, mâsum çocukları öldürmekte, insanların evlerini yerle bir etmektedir. Sırtını Amerika’ya dayamış, onun desteğiyle Dünya’nın bu devlet terörüne ses çıkarmasını önlemekte ve bununla Filistinliler’i öldürerek veya kaçırarak yok etme gayesini gütmektedir. Arada bir vâkî olan sulh teşebbüsleri de daimî ve samimî olmamak üzere geçici taktiklerden ibaret kalmaktadır.
Öteden beri İsrail’e verdiği destek dolayıyla başı bir hayli ağrımış olan Amerika da bilhassa Demokrat Parti saflarında, bu destekten rahatsız olanlar çoğalmaya başladı. Partisinde gitgide kuvvetlenmekte olan bu temâyüle tercümân olmak isteyen Clinton , Ortadoğu’da bitip tükenmek bilmeyen Arap-Yahudi kavgasını nihâyete erdirmek maksadıyla, Filistinliler’i “muhtariyet” ten “devlet” olma durumuna geçirmek istedi. Bu takdirde hududları mahfûz bir duruma gelecek olan Filistin Devleti’ndeki Yahudiler’in İsrail’e, İsrail Devleti dâhilindeki Araplar’ın ise Filistin’e nakledilmelerini, yani bir “mubâdele” yi düşündü. Kudüs içinse, Müslüman, Hıristiyan ve Musevîlerin müşterek idâreleri altında bir statü plânladı.
Yahudilerse, Rusya’da serbest kalan ırkdaşlarının İsrail’e gelmek yerine Amerika’ya kaçıp gitmelerini önleyememenin neticesinde, Filistinlilere bu maksadla vermiş oldukları “muhtariyeti” i bile geri almayı düşünüyorlardı. Bu durumda Amerika’nın Ortadoğu’ya bakış ve düşüncesi ile, İsrail’in menfaatleri çatışmaya başladı.
İsrailliler, Rusya’dan gelecek ırkdaşları için pek çok hazırlık yapmışlardı. Bir İngiliz Yahudisi olan Maxvell, bu ülkedeki takrîben 4.000 civarındaki şirketinin personeline aid 220 milyar sterlin tutarındaki sigorta primlerini İsrail’e kaçırmıştı. İngiliz entelijansı, O’nu Roma’da tâtildeyken bir motorda öldürmüş ve İsrailliler cenâzesini Kudüs’e taşıyarak, devlet merâsimi ile defnetmişlerdi. Mezarının başında, Onu İsrail’de en büyük yatırımı gerçekleştirmiş, millî bir kahramanîlân etmişlerdi. Maxvell ‘in bu müthiş serveti, Şeria Nehri boyunca Rusya’dan gelecek yeni Yahudiler için ikametgâhlar yapımına harcanmıştı. Şimdi bu kadar yatırım boşa gidiyordu. Üstelik Nil’den Fırat’a kadar imtidâd eden arâziyi millî vatan yapmaya kararlı olan Yahudiler’in bağrında bir “Filistin Devleti” doğmuş olacaktı. Hem de Kudüs üzerinde söz sahibi olmak üzere… Bunu da bugüne kadar en büyük desteği gördükleri Amerika istiyordu. Bu olacak şey değildi.
Bir Yahudi kızı olan Monica‘nın Clinton‘a musallat edilerek Onu siyâset arenasında kepâze edip istifâya zorlamak tertibi, bu Amerikan düşüncesine bir cevap olmak üzere zuhûr etmişti. Ancak Clinton pişkinliğe vurmuş; televizyonlarda, meclis huzûrunda, vesâir yerlerde kâh ağlamış, kâh gülmüş ve bu bâdireyi atlatarak devrini tamamlayabilmişti.
D- 11 Eylül Darbesi Bir Yahudi Eseri mi?
Amerika’daki son seçimlerde Demokrat Parti de, Cumhuriyetçi Parti de Yahudi desteğinin taksîme uğraması sebebiyle başa baş güreşmiş ve cüz’î bir farkla kazanan Bush da eskilerin tabiriyle “akıl için tarik birdir” fehvâsınca, kendiniClinton ‘ın yolundan gitmeye mecbur hissetmişti. O da çözümü, Filistin’in hududları sâbit bir devlet haline getirilmesinde görünce, Yahudilerin buna cevabı, “11 Eylül Darbesi” olmuştur.
Evet, 11 Eylül 2001 darbesini Amerika’ya vuran, beynelmilel Yahudi gücüdür. Bunun burada red ve cerhi imkânsız sâdece iki delilini zikredelim:
1) İkiz kulelerde ötedenberi 4.000 Yahudi çalışmaktaydı. O gün Cumartesi değildi ki, hepsinin de Havra’ya gittiğini söyleyebilmek mümkün olsun. O gün Salı’ydı. Bunlardan hiçbirinin ölmemiş olması tesâdüfle açıklanabilecek bir şey midir?
2) 11 Eylül 2001′de İsrail Başbakanı Amerika’da olacaktı. Aylar öncesinden tâyin edilmiş çeşitli randevuları ve resmî görüşmeleri vardı. Fakat hâdiseden bir gün evvel ânî bir kararla seyahatini iptal etmiştir. Ne dersiniz, acaba İsrail başbakanı, Yahudiler arasında pek yaygın olan büyücülükte mâhir bir kimse midir?!.
Buna, takdîrî bir delil daha ekleyebiliriz. O da şudur: Pentagon gibi Amerikan’ın ve hatta Dünya’nın en iyi korunan bir müessesesini böylesine tahrip etmek, Amerikan idâre ve siyâsetinin kılcal damarlarına kadar sızmış bulunan Yahudi’den başkasının becerebileceği bir iş midir?
Q33NY= Q33NY
11 Eylül Darbesi’nin yahudiler tarafından yapıldığını ispat öden bir internet yayını, baştaki rakam kulelere çarpan uçağın uçuş kodudur.
Bu gerçekleri, bugün Amerikan idârecileri -hiç şüphesiz- kâmilen bilmektedirler. Lâkin bunu bildiklerini izhâr ve ifşâ edemezler. Aksi halde çok büyük bir bedel öderler. Bu, bir zaman işidir. Bugün İsrail’le Amerika arasında -tıpkı bizimle olduğu gibi- “bir soğuk harp” başlamıştır. (3) Bunun sıcak bir şekle inkılâbı da gecikmeyecektir. Kanaatimizce, Amerika yakın bir zamanda İsrail’in yörüngesinden çıkacak ve bu durum onun Ortadoğu ve Dünya’ya bakışında büyük bir değişiklik husûle getirecektir. Bundan, başta Türkiye olmak üzere Âlem-i İslâm’ın pek büyük faydalar sağlayacağından şüphe edilemez.
Diğer taraftan İsrail de -becerebilirse- Amerika’yı üçe, beşe bölmeye çalışacak ve Onu Dünyaya hâkim süper bir güç olma mevkiinden uzaklaştıracaklardır. Onlar bir patronsuz duramazlar. Çünkü insanlığa karşı işledikleri cinâyetleri başka birine fatura etmek, târihî bir gelenekleridir. Bu patron, yakın gelecekte muhtemelen Çin olacaktır.
E- Uyanan Dev: Çin
Çin’in Dünyâ’nın gelecekteki siyâsetinde en nâfiz bir güç olacağı görüşünün bütün teferruâtı ile burada saded dışıdır. Bununla beraber, bu hususta çok kısa bir izâhâtı gerekli görüyoruz:
Çin‘in bu gün 1.6 milyar olan nüfûsunun, en az üçyüz milyonu kayıtdışıdır. Bunlar ailelerin ikinci çocuklarıdır. Çünkü âilelerin birden fazla çocuk yapmaları kânûnen yasaktır. Böyle olunca her türlü hak ve hukûktan mahrûm olan bu 300 milyon insan, gündelik haşlanmış bir avuç pirinç mukâbilinde, bütün gün çalışmaya mecburdurlar. Bu Dünya’da en ucuz bir “emek” demektir. Daha şimdiden makineden ziyâde, el emeğine dayanan istihsâl sahalarında Çin, Dünya’yı dize getirmiş bulunmaktadır. Mesela, Türk ve İran halıları, Çin’de aynı kalitede ve fakat fiyat bakımından dörtte bir, beşte bir fiyatına üretilmekte ve bütün Dünya’ya satılmaktadır. Şu anda Dünya piyasalarına İran veya Türkiye’nin halı satma şansı kalmamıştır. Çin’in el emeğine dayanan ma’müllerdeki bu korkunç dampingi halıya münhasır da değildir.
Buna ilâveten Çin’in, bugün, Amerikan Üniversiteleri‘nde okumakta olan 5 milyon gencinin bulunduğunu düşünmek, bu ülkenin yakın bir gelecekte ekonomik bir güç olarak ne duruma geleceğini anlamak için kâfîdir sanırız.
Çin, tarihte bizim ilk ve en ehemmiyetli komşumuzdur. Bugün de Türk Âlemi’nin en büyük bir parçası olan Doğu Türkistan’ı “Sinkiyank” (Yeni Hayat Ülkesi) adıyla esâreti altında inim inim inletmektedir. Böyle olduğu halde Türkiye’nin siyâseten Çin’e ve burada vâkî olmakta bulunan gelişmeye ilgisiz kalması şâyân-ı teessüftür. Halbuki Osmanlı Devleti ömrünü tamamlamasına az bir zaman kalmışken, Çin’le büyük ölçüde ilgilenmiş ve Sultan Abdülhamidmerhum, hilâfet siyâsetinin parlak bir zaferini bu alaka sayesinde temin etmişti. Şöyle ki; 1900 yılında Çin’de ortaya çıkan milliyetçilik hareketi, “Boxer” isyanı adıyla bilinen bir başkaldırma ile Batılı diplomatları büyük bir tedhîşe muhatab kılmıştı. İlk olarak cadde ortasında Alman Büyükelçisi Kettler ‘in öldürülmesi üzerine II. Wilhelm, Sultan Abdülhamid Han ‘dan yardım talep etmişti. Bu talebi, Çin’e müdâhale etmek için mükemmel bir bahâne olarak kullanan Sultan Abdülhamid, oraya bir heyet göndererek sükûnet telkininde bulunmuştu. Zira Çin’in o günkü beşyüz milyonluk nüfûsu içinde takrîben elli milyon Çin asıllı müslüman vardı. (4) Bunlar câmilerinde Cuma hutbelerinde Sultan Abdülhamid ‘in “halife” sıfatıyla adını zikrediyor ve ona duâ ediyorlardı. Abdülhamid ‘in Mirlivâ Enver Paşariyâsetinde gönderdiği bu heyet, Çin’e ulaştığında isyan yatışmış olmakla beraber her tarafta onun sükûnet telkin eden fermanı Çince olarak duvarlara asılmış ve Abdülhamid bu müdâhale sonunda Pekin’de komünist ihtilâline kadar devam etmiş bulunan “Pekin Hamidiye İslam Üniversitesi ” adıyla bir müessese kurmuştur.
Daha sonra 1904 yılında Japon-Rus harbi vesîlesiyle de Türkiye, Uzakdoğu’yla alâka kurmuş ve Japonlar’ın Rusları mağlub edip okyanusa açılan bütün gemilerini batırmış olmasından büyük bir memnûniyet duymuştu. Bugün bize ne oluyor ki, uyanan bu devi alâkasız nazarlarla takip etmekten nefsimizi müstağnî addediyoruz. Sadece Doğu Türkistan’da cârî olan Çin zulmü bile türk ve müslüman olarak Çin’i hassâsiyetle takip etmemizi gerektirmez mi? Kaldı ki, buna ilâveten yeni ve müdhiş bir sebeb zuhûr etmiş bulunmaktadır:
Yahudiler beynelmilel arenada icrâ edegeldikleri ifsad ve ihânetleri daima bir süper gücün arkasına saklanarak onun desteği vasıtasıyla yapmışlardır. 19. asır boyunca İngilizler’i ve 20. asırda Amerika’yı kullanan yahudiler, 21. asırda Çin’le birlikte hareket etmeye hazırlanmaktadırlar. Bu demektir ki, Çin yahudi desteğini de arkasına alarak bu asra damgasını vuracak bir “süper güç” olacaktır. Amerika ise orada yahudilerin çıkaracağı bir fitne sebebiyle eyâletler arası kavgaya sürüklenecek, binnetice üçe-beşe bölünecektir. Süper güç olmaya hazırlanan AB ise sıkı bir sûrette yahudi takibine mâruzdur ve azamî onbeş-yirmi sene sonra çatırdayıp parçalanmaya mahkûmdur.
Daha şimdiden yahudi sermayesi Amerika’dan Çin’e intikal etmeye başlamıştır. Bu intikal kemâle erince Dünya yeni bir şekil alacaktır. Nevi şahsına münhasır bir tarih mirasına mâlik olan Türkiye’den başka Dünya’da hiçbir milletin bu gelişmeye mukâbil bir süper güç olma vasfıyla karşı koyma şansı yoktur. Zira Türkiye için arzettiğimiz:
a- Âlemşümûl mefkûrenin geri gelişi,
b- Stratejik imkânları hâiz bir ülke
c- Nüfus gibi faktörler İslâm Dünyası’nda da hatır ve hafsalaya sığmaz bir gelişme kaydetmiş durumdadır. Yahudi siyâsî emellerine bağlı olarak İngilizler vâsıtasıyla bu âlemde gerçekleştirilmiş olan parçalanma ve bundan doğan zaaf Türkiye’nin İslâm’a meyletmesiyle kolayca aşılacak ve “başsızlık belâsı” nın bütün menfî neticeleri bertaraf olacaktır. Bu kaderin bir hükmüdür ki, biraz aşağıda fiilî delilleriyle izah olunmuşutr.
Diğer taraftan Çin’in hemen yanıbaşındaki Hindistan da 1 milyarlık nüfusuyla (5) Dünya ekonomik hayatı için ciddî bir tehlike arz etmektedir. Üstelik bu ülke sanayini de kurup, tamamlamıştır.
Amerika‘nın Afganistan‘a yerleşmek husûsundaki kararlılığının derûnî sebeplerini kavrayabilmek için, Çin ve onunla birlikte Hindistan‘ın vâd ettiği geleceğe dikkat etmek lâzımdır.
Amerika, gerek Çin’in, gerekse Hindistan’ın nüfûsunu yakın bir gelecekte “mikrop harbi” yle azaltma plânı peşindedir. Çin’i bir milyarın Hindistan’ı ise beş yüz milyonun altına indirilecek tedbir “şarbon mikrobu” hâdisedinde sâbit olduğu üzere miktrop üretimiyle gerçekleşcektir İnsan üzerinde öldürücü bir tesiri olan şarbon mikrobunu Amerikalılar’ın neden üretip depoladıklarını başka türlü izah mümkün değildir. Onun Afganistan’ı bir üs olarak seçmesi bu maksada bağlıdır. Batılılar, aynen yahudilerde olduğu gibi kendilerinden olmayanları acımak ve onları insan yerine koymak temâyülü nice zaman dan beri mefkuttur. Vaktâki Amerikan yerlisi kızılderililere tatbik ettikleri îtisaf (yok etme) ile bu iddiâmız sâbit ve gerçektir.
Siyonizmin, masonluğu da kullanarak bu kadar büyük bir nüfûsu yönlendirebileceğini kolay kolay söylemek mümkün değildir. Bununla beraber onlar bu şansı, -aynen Japonya misalinde olduğu gibi- denemekten geri kalmayacaklardır. Şimdiden görünen odur ki, Siyonistler geçen asırda nasıl İngiltere‘den Amerika‘ya intikal ettilerse de bu defa da benzer bir mecburiyetle karşı karşıya geleceklerdir. Zira Amerika‘daki şans ve nüfûzlarını -umûmî efkâr baskısıyla- kaybetmeye başlayacakları muhakkaktır. Bunun sebebi şudur:
Yıllardan beri Ortadoğu’da siyonizmin oynamakta olduğu meş’ûm rol, Onun nâfiz olduğu propaganda vasıtalarıyla setredilmekte ve İsrail, aslında bir kurt olduğu halde kuzu postuna büründürülmekteydi. Lâkin bugün televizyonun yaygınlaşması sebebiyle, İsrail zulümleri, her Allah’ın günü bütün Dünya halkınca canlı ve müşahhas bir sûrette seyredilmekte ve zihinlerde yerleşmektedir. İsrail propagandası ise bu zulümleri setretmek veya ters yüz etmek husûsunda ilk defa kifâyetsiz kalmış bulunmaktadır.
Bilhassa Amerika’da gelecek ilk seçimde adaylar, son seçimdekinin aksine olarak Yahudi desteği aramayacaklardır. Aksine umûmî efkârın gönlünü kazanmak için yaygın ve cesur bir şekilde -muhtemelen- Yahudilerin ve Siyonist emellerin aleyhlerinde konuşacaklardır. Bundan şikâyet edenlere verilecek cevap daha şimdiden hazırdır:
“-Böyle yapmasam, seçim kazanma şansım yoktur!”
Bu, karısı sabataist, kendisi de 30 yıllık siyâsetiyle mâlum bir şahsiyet olan Ecevit‘e bile Filistin’deki son hadiseler için“soykırım” dedirten bir mecbûriyettir. Şimdilik, kendisi için şeref teşkil etmeyecek bir sûrette geriye adım atmış olsa bile, onu aklen ve vicdânen bu sözleri söylemeye icbâr eden umûmî efkâr baskısıdır ki, yakın bir gelecekte bunu her ülkede, her siyasî lider kabullenmeye mecbur kalacaktır. Dünya umûm-ı efkârını yüzyıllardan beri aldatagelen Siyonizmin îcâdı olan son katliâmlar -kaç mâsum müslümanın hayatına mâl olursa olsun- İslâm’ın, Türklük’ün ve bütün insanlığın gözlerini açmak bakımından kâr hanesi, zarar hanesine kat kat fâik olan bir keyfiyettir. Daha şimdiden Siyonizm propagandası, bu hadiseler sebebiyle tarihte ilk defa olarak âciz kalmış ve iflâs etmiştir.
Dipnotlar
(1) Avrupa Birliği, Katolik Hristiyan Âlemi’nin, Beyne’l Milel Siyonizm karşısında ayakta kalmak düşüncesinden doğmuş bir siyâsî harekettir. Bundan dolayıdır ki, buna vücûd veren milletlerarası vesîka Roma’da tanzim ve imza edilmiştir.
Bu kuruluş gayesi sebebiyledir ki, Amerika ile Avrupa Birliği’nin hem siyâsî, hem de iktisadî menfaatleri çatışmaktadır. Böyle olduğu halde, Türki ye’nin hem Avrupa Birliğine girmeye çalışması ve hem de Amerika’yla beraber olmak gayreti peşinde koşması ciddî bir tezattır. Bu tezat dolayısıyladır ki, başlangıçta bütün muhafazakârlar AB’ye karşı idiler. Bu satırların yazan da, bundan 30 sene evvel bu istikâmette fikirler serdetmiş bir kimsedir. Fakat ne hazindir ki, bu gün ülkemizde “insan haklan” sahasında vâkî olan gerileme sebebiyle, dindar insanlar da AB’ye taraftar duruma geldiler. Aslında doğru olan şudur:
Başlangıçtaki gibi AB’ye karşı bir siyâset takip etmek lâzım gelir. Ona dâhil olmaya çalışmak yanlıştır. Bunun Ermeni meselesi ve Yunan münasebetleri gibi çok ciddî ve burada izahı imkânsız sebepleri vardır.
Bilhassa Ortadoğu’da siyâsî ve iktisadî bakımdan Amerika ile AB karşı karşıyadır. Bizim için doğru olan AB Devletleri’yle münâsebetlerimizi mümkün olduğu nisbette iyi bir seviyede tutmaya çalışarak, Amerika’ya paralel yürümektir. Üstelik yakın bir gelecekte, Amerika’nın İsrail’in güdümünden çıkacağına muhakkak gözüyle bakılmalıdır. Bu devletin Ortadoğu’da vaktiyle İngilizler tarafından tayin edilmiş hududları değiştirmek hususundaki siyasetini önlemek kaabil değildir. Öyleyse kendi menfaatimizi kollayarak onunla beraber hareket etmeliyiz. Zira Türkiye’nin Güney hududlan anormaldir. Milyonlarca Türk ve hassaten Musul petrolleri o zaman kasden hududlarımız dışında bırakılmıştır. Ortadoğu’da Amerikan siyasetine paralel yürüyerek Güney hududlarımızdaki bu anormalliği düzeltmek için bugün tarihî bir fırsat zuhur etmiştir. Buna, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasına müncer olabileceği düşüncesiyle karşı çıkanların görüşleri yanlış ve Türkiye’nin menfaatlerine zıddır. Zira asıl, Amerika ile işbirliğinden çekinmek “Kürt Devleti” oluşumunun şansını artırmaktadır.
Unutmamak gerekir ki, bugün Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun ba şında nöbetçi gibi ve tetikte bekleyen bir Türk tümeni mevcuttur. Böyle bir oluşumdan korkmak, Türk ordusunun kuvvet ve kudreti kadar, milliyetçi ya pısını da tanımamaktır. Doğru olan, Amerika ile anlaşarak Irak’ta vâkî olacak bir ameliyattan istifâde ile Mîsâk-ı Millî’ye dâhil olan Musul vilâyetimizi ve orada meskûn 4-5 milyonluk mağdur ırkdaşlarımızı kurtarmaktır. Hudud dü zeltme fırsatı, nadiren zuhur eder. Bu ise, kapımıza gelip dayanmış büyük bir fırsattır. Bunu yalnız ve yalnız Amerika’ya paralel bir siyasetle değerlen dirmekle mümkündür.
AB ise, Hıristiyânî bir taassubla aslında maskeli bir Ermeni Hareketi olan PKK’yı desteklemekten asla vazgeçmeyecek ve Yahudi emellerine bağ lı bir sâikle bizi bünyeleri dâhiline asla kabul etmeyecektir. Burada böyle özet bir surette ifade ettiğimiz bu gerçeklerin de ileride tafsilâtına imkân zu hur edeceği ümid ve temennisiyle, şimdilik bu kadarla iktifa ederken 34 sene evvel bu mes’ele hakkındaki görüşümüzün bu gün bir kehânet gibi ger çekleştiğini gösteren şu satırları dikkatlerinize arz edelim:
“…Milletler için asıl ehemmiyetli maddî sükût ve yükselişler değil, manevî sükût ve yükselişlerdir. Çünkü madde sahasında sür’ at fazladır. En fakir bir memlekette aniden zuhur eden mesela bir petrol o memleketi bir günde servete boğabilir. Bunun aksi de mümkündür. Fakat manevî kayıpların tela fisi ve bir milletin sukut eden ahlak ve maneviyatının yeniden yükseltilmesi gayretli, ferasetli ve sabırlı çalışmalarla uzun zamana mütevakkıftır.
Binâenaleyh Ortak Pazarın -tabii ona dahil edilirsek muhafazakarlar tarafından vârid-i hatır görülen maddî yıkımı bizce temenniye şayandır! Zi ra bu takdirde halk efkarınca kavranması daha kolay olan maddî ve müşahhas zararlara karşı vücûd bulması melhuz olan aksülamel, Türkiye’yi garblılaşma istikametinde sürüklendiği bu çıkmazdan ric’ate icbar eder ve bu su retle de daha yavaş bir şekilde ortaya çıkacak olan manevî kayıplarımız ta hakkuk etmeden felâket atlatılmış olur.” (Bkz. Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C. l, İstanbul 1970, s:84)
Şimdi insaf ile söyleyiniz, 34 sene evvel söylenmiş olan bu sözler bugün gerçekleşme noktasına gelmiş değil midir? İşte maddî yıkım ortada!.. Bizi AB’nin “Gümrük Birliği”ne almakta tereddüt göstermeyenler bizzat AB’ye kabul etmekte neden bu kadar ayak sürtüyorlar, dersiniz?!
Bence muhafazakârların başlangıçta AB’ye karşı çıkmakta istinâd ettikleri temel sebebler bugün de geçerliliğini muhafaza etmektedir. Bu husustaki tavır değişikliği “papaza kızıp oruç bozmak”tan farksız bir şaşkınlıktır. Aslında Türkiye bu noktayı itinayla tesbit edip, haricî siyasetini AB’ye aleyhtar, Amerika’ya lehtâr bir raya oturtmaya mecburdurlar. Bunu yapmamak, büyük bir istikbâle namzed olan Türkiye’nin geleceğine telâfisi imkânsız zararlar verecektir.
AB’nin bizi kendi bünyesine kabul etmek istemediği halde istiyormuş gibi görünmesi, başka bir âleme baş olabilme hususundaki tarihî ve fiilî imkânımızdan korkulmuş olmasındandır. Çünkü böyle bir şans, sadece azametli bir tarih mirasına sahip olan Türkiye’de mevcuttur. Bu şansı kullanmak başta Bu ti Âlemi olmak üzere İsrail’in menfaatine ters düştüğü içindir ki, bizi AB kapısında nisbî bir ümidle bekleme siyasetine âmil olmaktadır. Bundan birkaç sene evvel filizlenen bir temayül olarak “D8″ler hareketi Batıya bizim geleceğimiz hususunda derin bir korku ve endişe îrâs etmiştir. O hareketin îkazıyladır ki, bizi oyalayıp zaman kaybettirmeyi prensib haline getirmişlerdir.
(2) Yahudilerin, Kuzey Irak’taki Kürt hareketini Molla Mustafa Barzânî zamanından beri silah ve nakit sûretiyle ne büyük ölçüde desteklediklerini anlayabilmek için, bundan 30 sene evvel Hulûsî Turgut imzasıyla yayınlanan “BarzânîDosyası” (İstanbul-1969) isimli esere kısaca göz atmak ye terlidir.
Şimdi bu desteğin çok ehemmiyetli bir sebebi daha olduğu ortaya çıkmıştır: Dünya’da dörtyüz bin kürtçe konuşan yahudinin mevcudiyeti öğreni lince bunların kökenleri araştırılmış ve aslen yahudi oldukları sabit olmuştur. BilhassaBarzânî ailesinin haham yetiştirmekle ünlü yahudiler oldukları hem bizde, hem Batı’da müdellel bir şekilde ortaya konulmuştur. Ancak “Barzânî” bir mahallî yer isim olduğu ve “Barzânî” demek de “Barzanlı” mânâsına geldiği cihetle bu soyadını taşıyanların tamamının yahudi asıllı olduğu sanılmamalıdır.
1930′larda Ağrı dağında Türkiye’ye karşı isyan çıkarmış olan Molla Mustafa Barzânî muvaffak olamayınca Rusya’ya geçmiş ve Ruslar kendisini harp akademisinde okutarak Kızılordu’da albay rütbesine yükselttikten sonra en müsaid gördükleri Kuzey Irak’a göndermişlerdir. Zira Ruslar, eski Ermeni meselesinin yerine kurt meselesini ikaame etmişler ve Türkiye’yi bunlarla bölerek Akdeniz’e çıkma gayesini gerçekleştirmek istemişlerdir. Ancak Irak, İsrail’le muharib olduğundan bu ülke için bir başağrısı olan “Kürt Gailesi” binnetice İsrail’in işine gelmiş ve İsrail tarafından desteklenmiştir. Bununla beraber şimdi anlaşılmaktadır ki, bu desteğin asıl sebebi bu ailenin aslen yahudi olmasıdır. Kendisi de bir yahudi olan Prof. Dr. Yona Sabar, yazdığı kitapta (The Folk Literatüre of the Kurdistani Jews: An Anthology= Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji) Barzaniler’in yahudiliğini isbat etmiştir. Müdekkik Türk yazarlarından Ahmed Uçar ise Osmanlı arşivinde bu bilgileri te’yid eden bir çok vesika bulup yayınlamıştır.
Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu ile İsrail’in yakın alakasını isbat eden birkaç anekdotu dikkatlerinize arz etmek isteriz:
“İlk önemli temas ise 1964 yılında gerçekleşti. O zamanlar Savunma bakanı yardımcısı olan Şimon Peres kurt hareketi içinde önemli bir yere sahip olan ve uzun yıllar kürtlerin Avrupa temsilcisi sıfatını taşıyan Dr. Kamuran Ali Bedirhan ile gizlice bir araya geldi. Bedirhan, 1940′lı ve 50′li yıllarda İsrail adına ajanlık yapmıştı….” (Bakınız: Cevat Eroğlu, a.g.e., s: 83)
“Aynı yıl jçinde zamanın üst düzey Mossad görevlilerinden David Kimche’nin yanında bir grup gizli servis görevlisi, gizlice Irak’a geçerek Kürtlerle yeni ve daha kapsamlı bir görüşme daha gerçekleştirdiler.Ertesi yıl, İsrail kabinesinde yer alan ve 6ski bir Miyah B (Mossad’ın yahudi göçmenleri ile ilgili kolu) görevlisi olan Aryeh (Lova) Eliav, katır sırtında yaptığı maceralı bir yolculukla Kürt ayaklanmacıların karargâhına vardı. Eliav, eli boş da gelmemiş, yanında kapsamlı bir heyet ve hatta bir de 3 doktor ve 3 hemşireden oluşan bir “seyyar hastane” getirmişti. Bağdat hükümetine kar şı savaşırken yaralanan kürtler tedavi olsun diye. Eliav burada isyanın lideri Molla Mustafa Barzânîyle görüşmüş, hatta ona Knesset’in yedinci çalışma döneminin başlaması nedeniyle piyasaya sürülen altın bir madalyon hediye etmişti. Kuzey Irak dağlarında yapılan bu görüşme, “İsrail’in, Kürt Devleti ve halkının kalkınması için askerî, ekonomik ve teknik yardım verme isteği” etrafında şekillenmişti.” (Cevat Eroğlu, aynı yer)
“Sözkonusu rapora göre, Zamir, en azından bir kez Barzani’yi Kuzey Irak’taki karargâhında ziyaret etmiş ve ondan Bağdat hükümetine karşı yürü tülen saldırı ve sabotajların dozunu artırmasını “rica” etmişti. Bunun yanında, Irak’taki yahudilerin İsrail’e gizlice göç edebilmeleri için de Barzanî’den yardım istenmişti. Bu tür “ricâ”ların hepsi, Barzanî tarafından olumlu karşılanıyor, İsrailliler de her ay düzenli verilen elli bin dolarlık yardımların dışın da, ekstra elli binlik“pakef’ler veriyorlardı kürtlere…” (Cevat Eroğlu, a.g.e., s: 84)
“İsrail’in Kürtlere giderek artan desteğinin en sembolik göstergeleirnden biri, ‘67 eylülünde kurt hareketinin lideriMolla Mustafa Barzanî’nin İsrail’e yaptığı ziyaretti. Moşe Dayan’a hediye olarak bir Kürt hançeri getiren Barzanî,Yahudi Devleti’nde oldukça sıcak bir biçimde ağırlandı. Bu ziyaretin uyandırdığı yankılar, Kuzey Irak’taki Kürt isyanında İsrail’in parmağının var olduğu gerçeğini siyâsî gündeme taşımaya başladı. 1969 Martında Ker kük’teki petrol rafinerilerine düzenlenen saldırının gerçekte İsrailli askerî danışmanlar tarafından planlandığı ve yönetildiği hemen herkesçe biliniyordu. Mısırlı ünlü gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel’in ulaştığı ve açıkladığı bilgilerde, 1971′de Kürdistan’daki israilli subayların İsrail ile düzenli bir telsiz bağlantısı içinde olduklarını ve Irak içindeki istihbarat ve sabotaj faaliyetlerini organize ettiklerini ortaya koydu. İsrail’in Kürtler’le olan ittifakı, dönemin Irak basınında da yoğun biçimde konu edilmişti. Barzanî ikinci olarak 1973 yılında İsrail’i ziyaret etti. Bu ziyaretinde de, ilkinde olduğu gibi, 1950 ortalarında İsrail’e göç etmiş Kürt musevîsi David Gabay’in evinde kalmış, hediye olarak da Moşe Dayan’ın eşi için altın bir kolye getir mişti.” (Cevat Eroğlu, a.g.e., s: 85-86)
(3) Burada şunu ifâde etmek isteriz ki, Siyonistlerle bizim aramızdaki tarihi çok eskiye giden bu soğuk harb, bugün bile hâlâ ve daha dehşetli bir sûrette berdevamdır. Bu harbin, kısa söylemek gerekirse üç veçhesi mevcuttur. Şöyle ki:
a) “İslâmî hareketi, bir muvazaa mantığına oturtarak mahrekinden çıkarmak”, Siyonistlerin Türkiye’de oynadıkları en meş’um bir oyundur. İs lâm’ın muhtevasını boşaltarak onu muâmelâtsız bir din haline getirip mâbe-
Bir de şu bilgiyi dikkatlerinize arz edelim: “ABD” 11 Eylül’de New York ve Washington’a düzenlenen ve binlerce kişinin hayatını kaybettiği kamikaze saldırılarından Usame bin Ladin’i sorumlu tutarken, ABD askeri istihbarat kaynaklan, bu olayın İsrail istihbarat örgütü MOSSAD ile bağlantısı olduğuna dâir açıklamalar yapıyorlardı. Ancak bu konudaki haberlere, ABD Savunma Bakanlığı tarafından derhal ambargo konuldu.
Adının açıklanmasını istemeyen bir ABD askerî istihbarat yetkilisi, 13 Eylül’de Kanada basınına, detayları ortaya çıkan bir istihbarat notunun, Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a düzenlenen saldırıların, MOSSAD bağlantılı olduğuna işaret ettiğine dâir haber sızdırdı. Askerî istihbarat yetkilisi, ABD iç istihbarat notunun (intihar saldırısından) dört hafta önce yayınlandığını ve Amerikan topraklarında, Amerikan çıkarlarına açık terörist saldırılar yoluyla kamuoyunu Filistinli Araplara karşı çevirerek, Filistin’e karşı şiddetli ve büyük ölçekli bir askerî saldırıya yeşil ışık yakılmasına âlet edilmesi tehlikesine işaret eden bilgiler içerdiğini doğruladı.
11 Eylül saldırısı, uzmanlar tarafından bir terörist grubun tek başına gerçekleştiremeyeceği kadar karmaşık olarak tanımlamıştı. İsrail istihbarat ope rasyonları uzmanı David Stern, konuyla ilgili yorumunda, “Bu saldın yüksek seviyede bir askerî dikkat ve gelişmiş istihbarat kaynaklarına ihtiyaç gös terir. Ayrıca saldırganların Hava Kuvvetleri tek uçuş operasyonlarım, sivil havayolu uçuş rotahrım ve Washington gibi hassas Amerikan şehirlerine hava saldın taktiklerini çok iyi tanıyor olmaları gerekir.” ifadesini kullanırken…” (bkz. Tarih ve Düşünce Dergisi Ekim 2001 tarihli nüsha) de hapsetmek ve zihinlerde onun salâbet ve sağlamlığı hususunda bir şüphe husule getirmek istikametindeki faaliyetler, hep bu plânın bir icabıdır. Her gün televizyonlarda müşâhade edegelmekte olduğumuz bir takım acemî piyonların telkîn ve teşvişleri, bu büyük plânın bir parçasıdır. Bu dehşetli ihanet, İslam Tarihinde emsali asla görülmemiş olan, sinsi bir içten baltalama hareketidir.
Globalleşen Dünya’da, İslâm’a yeni bir rol biçilmiş, onu, kolunu kanadını kırarak mabede hapsetmek istikâmetinde bir hareket plânlanmıştır ki, “Diyalog” adıyla tezgahlamaktadır.
b) Siyonizmin bize karşı icra etmekte olduğu ihanetin ikinci ve ehemmiyetli veçhesi, nüfus meselesidir. İsrail’in müstakbel menfaati bakımından Türkiye’nin artan nüfusundan endişeye kapılanlar, ülkemizde bir “nüfus plânlaması hareketi” başlatmış ve neticelen binde 24 olan nüfus artışını, bugün binde 12 civarına düşürmek başarısını elde etmiştir. Bu hareket için “Rockfeller Vakfı” nın ülkemizde senede, 2 milyar dolar sarf etmekte olduğunu düşünmek bu bâbdaki vahameti kavramak için kâfidir.
c) Bu soğuk harbin üçüncü veçhesi, ekonomiktir. Bu sahada olup bitenler bilhassa bugün herkesin gözü önünde cereyan etmekte, fakat Türk umûm-i efkârı, bu çöküşün temel sâikini bilmemektedir. Bu hususu kâfî derecede delillendirmek ise bir dipnotun hacmiyle kâbil-i te’lif olmadığı cihetle bu kadarla iktifa ediyoruz.
(4) Çin kaynaklan, oradaki müslümanların sayısını ittifakla olduğunun çok altında göstermektedir. Gerçi Çin’de ciddî bir nüfus sayımı yapılmış değildir. Ama yukarıda bahsettiğimiz “Boxer” isyanı sebebiyle Çin’e giden Türk heyetinin Sultan Abdülhamid Han’a verdiği rapor, Çin’deki müs-lümanlar ve onların sayıları hakkında şu bilgiyi ihtiva etmektedir:
“İslâmiyetin Çin’e girişi. Peygamberimizin yakınlarından Ebu Vak- kas’m himmeti ile olmuştur. Çin’de ilk cami, güney Çin’deki Kanton vilâyet merkezinde inşâ edilmiştir. Çin’in kuzeydoğu bölgesindeki Kansu ve Shensi illerinde, yirmi milyondan fazla müslüman vardır. Burası, Doğu Türkistan’a bitişik olduğundan, İslâmiyet’in Çin’de yayılmasına vesîle olmuştur. Çin’in diğer vilâyetlerinde de az çok müslüman mevcuddur. Bazılarına göre, bütün Çin’de elli milyona yakın müslüman olduğu belirtilmektedir.” (Taha Toros, Milliyet Gazetesi, 19 haziran 1972, s: 7)
1900 yılında Çin’in nüfusu beş yüz veya altı yüz milyon civarında tah min olunmaktaydı. Bugün Çin’in nüfusu 1.6 milyar olduğuna nazaran, oradaki müslümanların adedini yüzmilyonun üzerinde farzetmek yanlış ol maz. Bu rakama tamamı türk ve müslüman olan Doğu Türkistan halkı dâhil değldir. Bunlar Çin ırkından insanlardır.
Geleceğin İstanbul’u yazısı
|
||||
Geleceğin İstanbul’u | ||||
Başbakanın açıkladığı “Kanal İstanbul”un detayları da konuşulmaya başlandı. Buna göre, İstanbul Boğazındaki 3 köprünün bağlantı yolları İstanbul Kanalının üzerinden geçecek. Kanal tahminen 40 kilometre uzunlukta, 105 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde olacak. |
WİKİLEKS DE BİŞEYMİ,ECHELON A BAK
BİR ARAŞTIRMA YAZISI’NDAN …
Dünya çevresinde dönen 100’ü aşkın uydusuyla telefon, faks, e-posta trafiği, uydu sinyalleri ve uzayda dolaşan tüm haberleşme trafiğini dinlesin! İşte böyle bir sistemi tanımaya başlıyoruz. Kod adı; Echelon! Tüm şüphelere, zaman zaman eski ajanların itiraflarına rağmen kurucu ülkeler tarafından varlığı hiçbir zaman kabul edilmedi. 6 Eylül 1960’da Rusya’ya iltica eden Bernon Mitchell ve William Martin adlı iki ABD ajanı, Ulusal Güvenlik Ajansı’nda (NSA) görev yaptıklarını belirterek, bu kuruluşun en az 40 ülkenin haberleşmesini dinlediğini açıkladılar. Şaşırtıcı olan, dinlenen ülkeler arasında Echelon sistemine üye olan ve sistemin aynı zamanda kurucusu olan ülkelerin de olmasıydı. Biri bizi gözetliyor! Echelon’un varlığı resmi olarak ise ilk kez, 23 Mayıs 1999′da Avustralya, Canberra’daki Savunma Sinyalleri Müdürlüğü (DSD) başkanı Martin Brady’nin yaptığı bir açıklamayla kabul edildi. Brady, bu açıklamayla, ülkesinin yaklaşık 50 yıldır varolan ve gizlenen küresel bir elektronik izleme sisteminin parçası olduğunu kabul eden ilk kişi oldu. Bu açıklamadan önce Avrupa Birliği, konu hakkındaki iddiaları araştırmaya çoktan başlamıştı bile. Avrupa Parlamentosu, Echelon’la ilgili iki rapor hazırlattı. Bunlardan ilki 1988’de yayınlandığında Avrupa’da soğuk duş etkisi yaptı. Rapora göre ABD, Avrupa’daki telefon, faks ve e-posta haberleşmelerinin yüzde 90′ını denetliyordu. Raporun açıklanmasının ardından İtalyan hükümeti Echelon’un bilgi toplama yöntemlerinin İtalyan kanunlarına aykırılığının incelenmesi için bir komisyon kurdu. Danimarka Parlamentosu da benzer bir araştırma başlattı. Ve 1999′da, ABD’deki elektronik mahremiyet örgütü EPIC, Echelon’un faaliyetleriyle ilgili olarak ABD hükümetini dava etti. AB de Echelon’a özendi, Enfopol doğdu Konuyla ilgili ikinci rapor, 1999 yılında gazeteci Duncan Campbell’e hazırlatıldı. Sistemin ayrıntıları bir bir ortaya çıktıkça ne kadar büyük bir şebeke ile karşı karşıya olduğunu anladı Avrupa. Uydular aracılığıyla yapılan tüm iletişimin dinlendiği, internetin de bundan nasibini aldığı öğrenildi. Sistem, yeraltı ve denizaltı haberleşme kabloları ile telsiz haberleşmesine müdahale ediyor, büyükelçiliklere gizli dinleme aygıtları yerleştirilmesi yoluyla da geleneksel yöntemler kullanmaktan da geri kalmıyordu. AB raporunun hazırlanmasının ardından ABD’nin dünyayı dinleme faaliyetlerinin bir benzerinin Avrupa Birliği tarafından da gerçekleştirilmesi için bir proje yürürlüğe konuldu. Enfopol adı verilen proje ile Echelon’a ciddi bir rakip çıkarmak isteyen AB, bu konudaki çalışmalarını günümüze gelene kadar bir hayli ilerletti. Özellikle Avrupa’dan yükselen muhalefete rağmen Avrupa Birliği projede geri adım atmadı. Günümüzde Enfopol’le ilgili dışarıya pek fazla bilgi sızmış değil. Çalışmalar büyük bir gizlilik içinde sürdürülüyor. Savaştaki işbirliğini barışta(!) da sürmeliydi! Echelon’un doğuş sürecine göz attığımızda Nazi Almanya’sına karşı İkinci Dünya Savaşı’nda ittifak halinde olan İngiltere ve ABD’nin, istihbarat konusundaki birlikteliklerini savaştan sonra da sürdürmek için UKUSA (İNGİLTERE-ABD) adıyla bilinen bir işbirliği anlaşması imzaladıklarını görüyoruz. Bu anlaşmaya 1947’de ABD adına NSA, İngiltere adına da İngiliz Devlet İletişim Karargahı (GCQH) imza koydu. Ne de olsa iki ülke savaşta birbirlerini yakından tanıma fırsatı bulmuştu. İngiliz matematikçi Alan Turing ve ekibi, Alman şifre makinesi Enigma’nın şifresini çözerek büyük bir iş başarmış, İngiltere şifrenin anahtarını Amerikalılara vermişti. Bunun altında kalmayan Amerikalılar da Japonların askeri şifrelerini çözerek İngilizlere verdi. İki ülke bu yolla düşmanlarının radyo haberleşmelerini dinlediler ve yüz binlerce gizli mesajı çözdüler. Her ülkenin kendi dinleme bölgesi var UKUSA anlaşmasıyla ilk etapta İngiltere ve ABD’nin ortak olduğu Echelon sistemine daha sonra İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın elektronik istihbarat birimleri katıldı. İlerleyen zamanlarda Batı Almanya, Danimarka, Norveç ve Türkiye de UKUSA kapsamına “üçüncü ülkeler” olarak dahil oldu. Katılan ülke sayısı artınca da İngilizce konuşan beş ülke dünyanın çeşitli bölümlerindeki haberleşmeyi izlemek üzere işbirliği yaptı. İngiltere, Afrika ile Urallara kadar Avrupa’yı, Kanada, Kuzey enlemleri ve kuzey kutbundaki bölgeleri, Avustralya ise Okyanusya’daki iletişimi izleme sorumluluğunu üstlendi. Türkiye’de iki Echelon üssü var Bu noktada madem Türkiye de bu sisteme üye ülkelerden biri, ülkemizde Echelon neler yapıyor diye düşünebilirsiniz. Bu aşamada Türkiye’deki Echelon üslerinde görev yapan eski NSA ajanı Wayne Madsen’a kulak vermek gerekiyor. Madsen 2001 yılında yaptığı açıklamalarda, Türkiye’de halen iki Echelon üssünün faaliyette olduğunu, bu iki üsten, İran, Irak, Kafkaslar ve Rusya’nın iç bölgelerinin izlendiğini, radar imajları, radyo sinyalleri ve telemetri gibi faaliyetlerin yürütüldüğünü açıkladı. Ajan Madsen, Türkiye’de daha çok NSA üssünün bulunduğunu, ancak sayının ikiye indirildiğini ve diğerlerinin Türkiye’ye devredildiğini anlatıyordu. Madsen’ın ifşaatlarından Türkiye’nin ABD ile ne derece sıkı iyi ilişkiler içinde olduğunu öğreniyoruz: “Yunanistan’daki tüm NSA tesisleri kapatıldı ve onlara güvenmediğimiz için de hiçbirini devretmedik, hepsine kilit vuruldu. Şu an NSA’nın KKTC’de bir tesisi var. 1974’den sonra Türkiye ile bir anlaşma yaptık. Buradan Ortadoğu izleniyor, Türkler ile birlikte çalışıyoruz!”. Biri Karamürsel, biri İncirlik’te Türkiye’deki Echelon üslerinden biri Karamürsel, diğeri ise Adana’daki İncirlik Üssü’nde bulunuyor. Echelon’un miadını dolduran eski cihazları ise o ülkenin istihbarat servislerine veriliyor. MİT’in elinde Echelon’dan kalma dinleme cihazları bulunuyor. James Bamford, ‘Body of Secrets’ adlı kitabında Echelon’un Türkiye’deki faaliyetleriyle ilgili ilginç anekdotlara yer veriliyor. ABD, 1961’de Echelon sistemiyle 40’dan fazla ülkenin yazışma sistemlerinin şifrelerini çözmesine rağmen üst-düzey Sovyet şifrelerine sızma başarısını gösterememişti. Haberleşme şifreleri çözülen ülkelerin diplomatlarına tehdit, şantaj ve rüşvet yöntemleri uygulanıyordu. Türk diplomatlarına da, ülkemizde hemen hemen her meslekte geçerli olan rüşvet yönteminin uygulandığını anlatan Bamford “NSA, bazen aldatma, bazen de zor yoluyla bu ülkelerin kullandığı kripto şifrelerinin anahtarlarını ele geçiriyordu” diyor ve “Türkiye’nin şifreleri, Washington’da görevli bir kripto memuruna rüşvet verilerek elde edilmişti” diye ekliyordu. “Yuri Gagarin’i Türkiye’den dinledik” Sovyetler Birliği 12 Nisan 1961 günü bir devrim yapıyor ve tarihte uzaya insan gönderen ilk ülke oluyordu. Bugün hala büyük bir kahraman olarak görülen Yuri Gagarin, uzaya giden ilk insan unvanını kazanmış, Kremlin, son derece gizli tuttuğu bu olayla ilgili açıklamayı kozmonot Yuri Gagarin dünyaya döndükten sonra yapmayı planlıyordu. Bamford’a göre olay daha Kremlin açıklama yapmadan NSA raporlarında yerini almıştı: “Türkiye, soğuk savaş döneminde NSA’nın incisi haline gelmişti. Çünkü, Sovyetler’in füze denemeleri, konumundan ötürü Türkiye’den çok iyi takip ediliyordu. NSA, 1957′de, Karamürsel yakınlarında bir istasyon kurdu. Karamürsel kahvelerinde çifçiler nargile tüttürüp siyaset konuşurken, istasyonun dev antenleri SSCB’yi dinliyordu. NSA’nın Karamürsel’deki kulaklarıyla, ABD yönetimi olayı anı anına izliyor. NSA, Yuri Gagarin ile merkez arasındaki konuşmaları bile Karamürsel’den not ediyordu.” Eski bir NSA görevlisinin açıklamalarına göre siyasi olarak aktif herhangi bir kişi, dünyanın neresinde olursa olsun, NSA’nin radarına yakalanıyor. Kanadalı eski bir istihbarat görevlisi ise Echelon’u şöyle anlatacaktı: “Echelon, gökyüzünde adeta bir elektrik süpürgesi gibi çalışır. Torbasına çektiği şeyler arasından değerli mallar bir bir ayıklanır!”
Anket lezgice bilmek yada bilmemek
Anket lezgice bilmek yada bilmemek bütün mesele bu…
Bilenler bilmeyenlere öğretecek.Ama bilmeyenler önce bilmek isteyecek merak edecek…yoksa bilenler göçüp gidecek…Örnek aşağıda, resimde bir hafiz fevzi xalu kaldı…kıymeti bilinsin
Lezgi atasözlerinden seçmeler
Лезги халкьдин мисалар
Lezgi halkdin misalar
Lezgi halkinin atasözleri
——————————————
Угъридиз вири угърияр хьиз жеда
To a thief everyone seems like a thief.
Ugrudiz viri ugruyar khiz jeda
Hirsiz herkesi,hirsiz gibi görür
——————————————
Тур види, гардан зиди
The sword is yours, but the neck mine.
Tur vidi garden zidi
Kılıç senin, ancak boyun benim.
——————————————
Вун сикl ятlа, зун сикlрен тум я
İf you’re a fox,I am the fox’s tail
Vu sikh yata zu sikren tum ya
Sen tilkiysen bende kuyruguyum
——————————————
Ахмакьдиз гьар са югъ сувар я
To a fool every day is a holiday.
Ahmakdiz har yug suvarya
Ahmaga hergün bayram
——————————————
Гзаф кьин кьадайда гзаф табни ийида
Who vows a lot, lies a lot, too.
Gizzaf ki’in qadada gizzaf tab eyida
Cok yemin eden cok yalan söyler
——————————————
Лезги намусди рекьида, цlегь – чумахди
A Lezgi can be killed by his honor; a goat – by a staff.
Lezgi namusdi rekida ceh comaxdi
Lezgi namusu icin ölür ; keci sopadan.
——————————————
Иеси галай кицlи хъсан кьада
A dog bites well, if its owner is near.
İesi gala kici kisan qada
yaninda sahibi olan kopek iyi isirir
——————————————
Кицlиз япар атlайдахъай кичlе жеда
A dog fears the one who has cut its ears.
Kiçiz yapar atIaydaxay kiçIe jeda
Kopek kulaklarını kesenden korkar.
——————————————
Хъсан дуст пис юкъуз герек къведа
A good friend will come in handy on a bad day.
Kisan dost pis guz gerek queda
İyi dost kötü günde belli olur
——————————————
Къариблухда авайдаз ватан ширин жеда
Homeland becomes sweeter when you are abroad.
Gariblixda avadaz vatan sirin jeda
Gurbette olana vatani cok tatli gelir
——————————————
Къаргъадизни вичин балаяр гуьрчег аквада
Even to a crow her own children seem pretty.
Qhargadizni vicin balayar gürcek akwada
Gargaya bile yavrulari cok güzel görünür
——————————————
Чарадан балкlандилай жуван лам хъсан я
A donkey of your own is better than an other’s horse.
Caradin balkandla juvan lam kisan ya
Baskasinin atindan kendi essegim iyidir.
——————————————
Душмандин иви вичин гьаятда экъична кlан я
Enemy’s blood needs to be spilt in his own yard.
Düsmandi ivi vicin hayatda(kara) ekicna kan ya
Düsmanin kani kendi avlusunda akmali
——————————————
Вацl гьикьван яргъи хьайитани, а къил гуьл я
No matter how long a river might be, there is always a sea at its end.
Vach hikuan yargi hayitani a kil hül ya
Nehir ne kadar uzun olsa da sonu deniz olur
——————————————
Гьина гьахъ аватlа, гьана бахтни ава
The happiness is where the justice is.
Hina hakk avata, hana bahtni ava.
Nerede adalet varsa, orada mutluluk vardır.
——————————————
Кlел тавурдан акьул цун тавур ник я
An uneducated mind is an uncultivated field.
Kel tavurda akul,cun tavur nik ya
Okumayanin akli ekilmemis tarla gibidir.
——————————————
Гьи тlуб атlайтlани – тlал сад я
No matter which finger is cut – the pain is the same.
Hi tub ataytani , tal sad ya
Parmak da kesilmis olsun – aci ayni.
——————————————
Акьул маса къачуз жедай затl туш
Buying mind for money is not possible.
Akul masa kacuz jeday zat tus
Akil satinalinabilen bir sey degil
——————————————
Балкlан кьейила пурар амукьда, итим кьейила – тlвар
When a horse dies, its saddle remains; when a man dies – his name.
Balkan keyila purar amukda,itim keyila tar
At ölünce eyeri kalir,adam ölünce adi
——————————————
Ахмакь алачир мехъер жедач
There’s no wedding without an idiot attending.
Axmak alacir meker jedac
Kambersiz dügün olmaz
——————————————
Руфуниз такlанди тек са чукlул я
Stomach doesn’t like only a knife.
Rufuniz dakadi tek sa cukulya
Mide bicaktan baska her seyi ister
——————————————
Кьегьалар халкIдин лувар я
The braves are the wings of a nation.
Q’ehalar xalkdin luvar ya.
Kahramanlar halkın kanatlarıdır.
——————————————
Кали яд хъвада – нек жеда; иланди яд хъвада – зегьер жеда
If a cow drinks water – it turns into milk; if an asp drinks water – it turns into venom.
Kali yad ghwada – nek zheda: ilandi yad ghwada – zeher zheda.
İnek su içer – süt olar, yılan su içer – zehir olar.
——————————————
Гъуьлягъди ягъайдаз епиникай кичIе жеда
Bitten by a snake, fears even the rope.
Ğülağdi yağaydaz yepinikay kich’e zheda.
Yılan sokmuş ipten de korkacak.
——————————————
Сивяй акъудай гаф жакьвана акъуд
Chew a word first, before it leaves your mouth.
Sivey akuday gaf zhaq’wana akud.
Sözü ağızdan bırakmakdan once çiğne.
——————————————
КицIи кицIин як недач
Dog doesn’t eat dogmeat.
Kic’i kic’in yak nedaç.
Köpek köpeyin etini yemez.
——————————————
Гьар са гафунихъ вичин чка ава
Each word has its place.
Har sa gafunigh viçin çka ava.
Her sözün kendi yeri var.
ВацIув агакь тавунамаз, шалвар хутIунмир
Don’t take your pants off until you’ve reached the river.
Vac’uv agaq’ tavunmaz, şalvar xut’unmir.
Nehire çatmamış pantolonu çıkarma.
Агъдин са кьил лацу, са кьил чIулав жедач
There’s no linen with one end black and the other white.
Aghdin sa q’il lacu, sa q’il ch’ulav zhedaç.
Keten örtüyünün bir tarafı beyaz bir tarafı siyah olamaz.
Зулумдалди абад хьайи кIвал агьдалди барбатI жеда
A house made rich by oppresion will be ruined by cries.
Zulumdaldi abad xhayi k’wal ahdaldi barbat’ zheda.
Zulümnen zengin olan ev feryatnan yıkılacak.
Ажуз ламрал кьвед акьахда
Weak donkey bears the burden of two.
Azhuz lamral q’wed aq’axda.
Aciz eşegi iki kişi biner.
Гъиляй акъатайди элкъвен хъийидач
What you let out of your hand will not come back
Ghilyay aqataydi elqwen qhiyidaç.
Elden giden geriye geri dönmez.
Гатфарал акьалтай цIегь рекьидач
A goat which survived until spring will not die.
Gatfaral aq’altay c’eh req’idaç.
Bahara kadar sağ kalan keçi ölmez.
БалкIандиз дуст хьиз килиг, адал душман хьиз акьах
Look at horse like a friend, mount it like an enemy.
Balkandiz dust hiz kilig, adal duşman hiz aq’ax.
Ata arkadaşa gibi bak, ona düşman gibi bin.
Багьа хъицIикьдикай бармак цваналди акьуллу жедач
Having a cap made of expensive fur won’t make you smart.
Baha qhic’iq’dikay barmak cwanaldi aq’ullu zhedaç.
Pahalı kürkden şapka yaparken akıllı olamaz.
Акьулсуз дустунилай акьуллу душман хъсан я
Wise enemy is better than a mindless friend.
Aq’ulsuz dustunilay aq’ullu duşman qhsan ya.
Akılsız arkadaşdansa akıllı düşman iyidir.
АтIласни хун са къиметда жедач
Velvet and linen don’t cost the same.
At’lasni xun sa qimetda zhedaç.
Kadife ve keten ayni fiyat olamaz.
Гишин вечрез ахварай цуькI аквада
Hungry hen sees millet in its dreams.
Gişin veçrez axvaray cük akvada.
Aç tavuk uykuda akdarı görür.
Ахмакь ахмакьдал дуьшуьш жеда
An idiot will meet an idiot.
Axmaq’ axmaq’dal düşüş zheda.
Aptal aptala rastgelir.
ЧIехидиз яб тагайди чIехи баладик акатда
One who doesn’t obey his elders (lit. great ones) will fall in great trouble.
Ch’exidiz yab tagaydi ch’exi baladik akatda.
İhtiyarın sözüne kulak asmayan büyük belayla rastgelecek.
Чарадан балкIандал алайди кьарада жеда
It’s easy to fall from an other’s horse.
Çaradan balk’andal alaydi q’arada zheda.
Başkasının atına binen çamura düşer.
Агакьай бегьер гарув вугумир
Don’t leave grown crops to the wind
Agaq’ay beher garuv vugumir.
Yetişmiş ürünü rüzgara bırakma.
Тум зулуз цада, бегьер гатуз вахчуда
They plant seeds in autumn and collect crops in summer.
Tum zuluz cada, beher gatuz vaxçuda.
Tohumu ek sonbaharda, ürünü topla yazda.
ЧIехиди авачир кIвале берекат жедач
A house with no elder will not be blessed.
Ch’exidi avaçir k’vale berekat zhedaç.
Büyüyü olmayan evde refah olamaz.
КIеве гьатайла, ваказ ‘буба’ лугьуда
If you fall in trouble, you’ll call ‘father’ even a swine.
K’eve hatayla, vakaz buba luhuda
Sıkıntıya düşende domuza da “ata” deyersen.
Бурж къачун регьят я, вахкун четин я
Borrowing is easy, giving back is difficult.
Burzh qaçun rehat ya, vaxkun cetin ya.
Borc almak rahatdı, geri vermek zor.
Буьркьуьда буьркьуьдаз рехъ къалурда
A blind shows the road to a blind.
Bürq’üda bürq’üdaz reqh qalurda.
Kör köra yol gösterir.
Вак акваз гел чIугвазва
Sees a pig, but searches for its trace. (of someone ignoring obvious evidence)
Vak akvaz gel ch’ugvazva.
Domuzu görüb, izini arayır.
Валарай экъечIна, рекьел алайдан кьил хун
Hitting a mere passerby in the head after having jumped out of the bushes.
Valaray eqech’na, req’el alaydan q’il xun.
Çalıdan çıkıb yoldan geçenin kafasını ezmek.
——————————————
Katkılarından dolayı Elman S.Kerimov,İbrahim Yıldız ve Ruşen Yalçın a teşekkür ederim.
Dümberez ( Yayla ) köyü
Dümberez (yayla)köyü
Balıkesir İli Manyas ilçesine bağlı, 17 km. mesafededir.Şeyh Şamil’in Teslim olmasından sonra kafkasyadan ayrılarak Osmanlıya sığınan Şu anki Dağıstan ve azerbaycan bölgelerinden gelen lezgilerin kurduğu ilk köyleridir. Köyün kurulması 1867 1870 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir. ilk yerleşim can ve mal emniyeti açısından bölgenin en yüksek tepesi olan ve dağıstandaki tepelerine benzeyen keltepe’nin zirvesine olmuştur.Yerleşmeleri ve şu anki köy yerinin kurulması 20 sene sürmüştür. Keltepe çok rüzgarlı olmasından dolayı kışları çok sıkıntı çekmişler ve köy 4.yer değiştirmesinden sonra bugünkü yerine yerleşmiştir. Dümberez (yayla)köyü 30 haneye yakındır. Bursa, Balıkesir ,İzmir ,İstanbul gibi çevre illere göç vermiştir. Bu illerde tahminen 120 kadar hane vardır.Lezgi dili bu köyde konuşulmaktadır. Dümberez (yayla)köyü halkı hayvancılık ve orman ürünleriyle geçimlerini sağlamaktadır.Köyden göçenlerin çoğunluğu ya ticaretle iştigal etmekte diğerleride işçi ve memur olarak çalışmaktadır.
Tanıdığımız Dağıstanlılara ait firmalar
EMO MÜZİK
Müzik Aletleri & Elektronik
www.emomuzik.com e-mail: info@emomuzik.com
TEL: 0.266 244 81 21 – Atatürk Mah. Bandırma Cad. No:97/A BALIKESİR
———-
ERDİL OTOMOTİV SAN. Ve TİC. LTD. ŞTİ.
Tel: 0.266 246 36 40 Fax: 245 78 97 MERKEZ: Yeni San. Sitesi Cumhuriyet Cad. 4. Sokak No:1 BALIKESİR
www.erdilaku.com.tr e-mail: info@erdilaku.com.tr
———-
AFACAN BAKLAVA SALONU * HALİL AFACAN
TEL: 0.266 249 19 37 Karesi Mah. Turan Cad. BALIKESİR
———-
LEZGİ TİCARET * SELAHATTİN & SALİH ATMACA
TEL: 0.266 293 56 82 Ali Hikmet Paşa Mah. Ekin Sok. No:20 ( Eski Zahire Pazarı Üstü ) BALIKESİR
———-
AYGÜL TİCARET * SİNAN AYGÜL
Tel-Fax: 0.266 293 79 14 Ege Mah. Demirciler Cad. No:15 BALIKESİR
———-
ÇAYLAN HARFİYAT SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ.
TEL: 0.266 227 70 05 Akıncılar Mah. Kepsut Cad. No:55 ( Karesi Petrol Arkası ) BALIKESİR
———-
ATABİR HARİTA & EMLAK ( Mesut BİROL & Ayhan ATAHAN )
Tel-Fax: 0.266 243 17 17 E.Kuyumcular Mah. 1. Çetinkaya Sok. Ay Apt. No:8/13 BALIKESİR
———-
AKBAŞ LASTİK * HASAN& OSMAN AKBAŞ
TEL: 0.266 245 56 51 Akıncılar Mah. Yağhane Sok. No:8 ( Eski Garaj Karşısı ) BALIKESİR
———-
DOĞAN TARIM MAKİNLERİ SAN.TİC.LTD.ŞTİ.
TEL: 0.266 243 10 75 FAKS: 0.26 243 11 70 Ağır San. Bölgesi Kepsut Cad. 184. Sok. No:3 BALIKESİR
———-
ERGEN MAKİNA SANAYİİ * OSMAN UFUK & HÜDAİ DOĞAN
Tel-Fax: 0.266 246 19 63 Tel-Fax: 0.266 246 19 63 Yeni San. Sit. Cumhuriyet Cad. No:272 BALIKESİR
———-
HANEYLER MAKİNA SANAYİİ * BURHAN HANEY
TEL: 0.266 246 04 11 FAX: 0.266 246 56 39 Yeni San. Sit. Cumhuriyet Cad. 40.Sokak No:25 BALIKESİR
www.haneylermakina.com e-mail: haneylermak@mynet.com
———-
NERGİZLİ DEMİR DOĞRAMA * AHMET ÇELİK & MEHMET ALİ ŞEN
TEL: 0.266 246 30 22 FAX: 0.266 246 28 81 Yeni San. Sit. 12 Ekim Cad. 30. Sok. No:1/3 BALIKESİR
———-
AFACAN MAKİNE METAL SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ.
TEL: 0.266 281 11 30 FAX: 0.266 281 11 33 Organize San. Bölgesi No:187/14 BALIKESİR
www.afacan.com.tr e-mail: info@afacan.com.tr
———-
GÖÇMEZ İNŞAAT * ENGİN GÖÇMEZ
TEL: 0.533 777 08 BALIKESİR
———-
YAVUZ ELEKTRİK & AYDINLATMA * YAVUZ BAŞOL
Tel-Fax: 0.266 245 40 20 Oruç gazi Mah. Altay Cad. No:75 BALIKESİR
———-
ÜÇLER DEMİR SANAYİİ SAN. Ve TİC. LTD. ŞTİ.
A.Sanayi Bölg. Kepsut Cad. No:29 TEL: 0.266 243 36 27
———-
ÖZEN DÖKÜM SANAYİİ ve TİCARET A.Ş.
O.S.B 3. Cadde No:6 P.K. 45 BALIKESİR TEL: 0.266 281 10 13(Pbx) FAX: 0.266 281 10 17
www.ozendokum.com e-mail: info@ozendokum.com
———-
HANEYLER TİCARET * NİZAMETTİN HANEY
Ege Mah. Demirciler Cad. No:18 REL: 0.266 244 58 36
———-
FER-ÇELİK BİSİKLET – MOTORSİKLET ve YEDEK PARÇA İMALATI
TEL: 0.266 281 10 31 FAX: 0.266 281 10 32 Organize Sanayi Bölgesi Savaştepe Yolu 7.Km. 187 Ada No:12 BALIKESİR e-mail fercelikbis@hotmail.com
———-
ÇELMAK TARIM MAKİNALARI TİC. SAN. LTD. ŞTİ.
Yeni San. Sit. 48. Sok. No:8 BALIKESİR TEL: 0.266 20 00 FAX: 0.266 246 28 02 www.celmak.com
e-mail: info@celmak.com
———-
SAVRAN ÇİÇEKÇİLİK * MEHMET SAVRAN
TEL: 0.266 239 38 98 Yıldırım Mah. Topak Sok. No:12/F Milli Kuvvetler Cad. Ordu Evi Arkası BALIKESİR
———-
ŞENA MOBİYA * ALİ AŞIR
TEL: 0.266 246 10 86 Yeni San. Cumhuriyet Cad. 14.Sok. No:9/11 BALIKESİR
———-
DAĞISTANLI MATLI YEM BAYİİ
TEL: 0.266 266 10 07 Ortaca ( Kirne ) Köyü BALIKESİR
Kirne (Ortaca)Köyü
Kirne (Ortaca) Köyü
Kirne (ortaca)Köyü Balıkesir İl Merkezine bağlı, 13 km. mesafede ve ilin kuzey tarafında şu anda yaklaşık 70 hanesi olan küçük ve şirin bir köydür. Kirne köyü Şeyh Şamil’in ruslara Teslim olmasından sonra kafkasyadan ayrılarak Osmanlıya sığınan Şu anki Dağıstan ve azerbaycan bölgelerinden gelen lezgi ’ lerin Balıkesir de kurduğu ikinci köyleridir.ilk olarak dümberez köyünün kurulduğunu ve oradaki iklimi beğenmeyen ailelerin daha düz bir yerde bulunan ozamanlar ormalık olan şu anki köy sınırlarında bulunan köyün karşı dediği yere kurulduğu söylenmektedir.
Kirne (ortaca)Köyü 1866-1871 yılları arasında kurulduğu tahmin edilmektedir. Uzun savaş yılları ve bilgi sahibi insanlarının yok olması , yazılı bir kaynağın elimize geçmemesi ve yazı inkılabı gibi sebeplerden dolayı tarafımızdan köyün kesin kuruluş tarihi ile ilgili yazılı bir belge bulunamamış ve bu dönem hakkında tam olarak doğru bilgilere ulaşılamamıştır. Köyümüzün 1970 li yıllarda yaşlı insanlarına sormuştuk ve araştırmalar yapmıştık ,herkesden farklı cevaplar aldık ama o zaman köyümüzün 100 yıllık bir köy olduğu hususunda hem fikir olmuşlardı. Köyün şu anki yerine yerleşmesi birkaç yer değişikliğinden sonra olmuştur. Köyde eskiden kalan herhangi bir tarihi eser bulunmamaktadır. 1970 lerden sonra çimento nun gelmesi eski taş çeşmelerin onarılması sırasında aslına uygun olamayıp betonarme halinde yapılmasına sebebiyet veriştir. Aslanardbulax denilen çeşmede iki aslan figürlü taş bulunurdu. Şimdi beton oldu. Bir meredbulax taş eser eski yapı olarak kalmıştır. Başka varmı bilmiyorum tunubunar diye bir yerden de bahsederler ama orada öyle bir pınar varmıdır yokmudur gidip bakmak ve resimlemek lazım.
Bakır dan çay semaverleri vardı ,siniler ,kazanlar ,şamdanlar ,sürahiler bakır çeydanlıklar çeynikler vardı herkes beş paraya sattı, bıçakları kamaları gapurları çocukların eline verdik veya çocuklar büyüklerden habersiz yokettiler.Eğer böyle kıymetli aletler elinde olan varsa sahip çıksın yoketmesin gerekirse köyün bir kıymetli yerinde veya bir odasında sergilemek ve değerleri göstermek için müze şekline getirilen bir bölüm oluşturalım…
Kirne (ortaca) köyü Bursa, Balıkesir ,İzmir ,İstanbul gibi çevre illere ve almanyaya giden aileleri sayarsak köyümüz çok göç vermiştir. Köyümüzün dışında tahminen 400 kadar hane bulunmaktadır. Lezgi dili köyümüzde konuşulmakta ve çocuklara da öğretilmektedir. Kirne köyünün adı 1961 yılında “Ortaca” olarak değiştirilmiştir bu sebepten biz köyden bahsederken çoğunlukla eski adını kullanmaktayız. Küyümüzde Dağıstan adetleri ve kültürü çoğunlukla unutulmak üzeredir. Halıcılık en güzel el sanatımız iken yok olma tehlikesiyle karşıkarşıyadır.Halı dokumasını bilenler hep evlenip şehirlere göçettiler yada makine halısına yöneldiler. Gençlerimiz ekonomik ve çevresel nedenlerle halı dokumasını öğrenememekte halı dokumasını bilenler azalmaktadır.Dillerini öğrenmede zorluk çekmekte dil dahi unutulmaya yüz tutmuştur.Yeni yetişen nesil bu güzelim lezgiceyi nasıl öğrenecekler ki ,bir çalışma yapılmalıdır çok geç kalmadan. Birkaç yıldır uygulanan taşımalı eğitim çocukların lezgiceyi öğrenmelerini güçleştirmektedir. Kirne köyünün halkı genelde geçimlerini tarım ve hayvancılıkla, bir kısmı ticaret ve inşaat işleriyle sağlamaktadır. Köyde 1928 yılından beri İlkokul vardır ve okur-yazar oranı % 99’dur . Geçmiş yıllarda bir çok büyüğümüz kafkasyadan gelen adetlerin ve kültürün yaşaması için uğraşmıştır.Çeşitli dönemlerde Kafkas ekipleri kurulmuş ve bu ekipler zamanla dağılmıştır. 1976 yılından önce ihtiyarlar odasında ihtiyarlardan bir kimse kitap okur diğerleri dinlerler ve sohbet ederlerdi. Köyümüzün eğitim odasında da gençlerimiz de aynı şekilde kitap okur ve bilgi yarışmaları düzenlenir lezgi oyunları oynanır , sohbetler edilir semaverlerde kaynatılan tavşan kanı çaylar incir , üzüm ,veya akide şekeriyle içilirdi. Elektriğin gelmesiyle televizyon gelmiş ve bu güzel adetlerde yok olmuştur. Örf ve adetlerden değişime uğramayanlardan biri askere uğurlamadır. Askere gidecek gençler , genelde akrabaları tarafından bir ay önceden başlayarak sırayla yemeğe davet edilirler ,davetler yenir daha sonra gençler kendi aralarında eğlenceler oyunlar yapmaktadır. Yola çıkacakları günün sabahı köy meydanında bütün köylü toplanır ve askerler dualarla uğurlanır. Diğer adetler çevre faktörleri sebebiyle değişime uğramaktadır. düğünlerde 1970 lerden önce çoğunlukla akordion la Kafkas oyunlarımız oynanırken şimdi yerel oyunlar oynanmaktadır. Bayramlar da da aynı durum sözkonusudur.herkesin dediği gibi nerede eski bayramlar kızlarımıza delikanlılarımız salıncaklar kurar karşılıklı atışma şeklinde şarkılar söylerlerdi. Mesela hatırladığım ve en çok söylenen şarkı şöyleydi.
Ağva kuba vinni kuba çi kubada geler ava,
Hinavaydi hinavaydi gamişar guaz chanavaydi.
Gibi lezgice şarkılar söylenir eğlenilirdi.
Köyde geleneksel yemekler olarak daha çok hamur işleri yapılır. Özel yemekleri olarak adlandırılabilecek yemeklerin adları şöyledir ; kini , kuskus , Piçek, Afar, şüre ,Hinkar, Halüj , Heşil , semena , nohutmayalı ekmek , herek ekmeği , (mısırunu arpaunu karışım ekmeği tilifu ) kırmızı kabak böreği , işkembe böreğidir. Ama çoğunluğu artık yapılmamaktadır.
Köyden göçenlerin çoğunluğu ya ticaretle iştigal etmekte yada işçilik yapmaktadırlar .
Balıkesir ve Bursada firmaları ve imalathaneleri olan ve bir çok işçi çalıştırabilen kardeşlerimiz vardır. diğerleride işçi veya memur olarak çalışmaktadır.
Köyümüzün insanlarının kurmuş oldukları Balıkesir ve Bursa Dağıstanlılar kültür ve yardımlaşma derneği yaptığı çok güzel çalışmalarla gençlerimizin tekrar bir araya gelmelerine ve kültürlerini dillerini öğrenmelerine vesile olmaktadır. birlik ve beraberliğimizi sağlayacak yapı taşları vazifesini en güzel bir şekilde sağlamaya çalışmaktadırlar.
Derleyen:Vacip GÜVEN.
indir avuda
bir şiirmiş bakın bakalım
Я рикI, на заз лугьузва: кьве гаф рахух.
ya rikh ,na zaz luhuzva : küe gaf raxux
За зи гафар гьинал рахан, низ рахан?
Za zi gafar hinal raxan,niz raxan ?
ТIветIрекай фил авур ксар кваз кьулухъ,
Tetrekaa fil avur kısar guaz kulux
Тушир турус викIегьбуруз дуьз рахан,
Tuşir turus vikehburuz düz raxan
Зун и гафар гьинал рахан, низ рахан?
zun i gafar hinal raxan,niz raxan ?
ХъуьтIуьн къаюз серин лугьуз чидач заз.
Kütün kuz serin luhuz cidaç zaz
Дерин кIамуз тирин лугьуз чидач заз.
Derin kamuz tirin luhuz cidaç zaz
Туькьуьл фазни ширин лугьуз чидач заз.
Tükül fazni şirin luhuz çidaç zaz
Зун и гафар гьинал рахан, низ рахан?
zun i gafar hinal raxan niz raxan
Лагь, тапарар вучиз рахан, куьз рахан?
lah taparar vuçiz raxan,kuz raxan
Хуш рахайтIа халкьди твада худда зун.
hoş raxala halkdin tada hudda zu
Буш рахайтIа, зи вижданди куда зун.
boş raxayta zi vicdandi kuda zu
Туш рахайтIа, я рикI, нани кIудда зун.
tuş raxata ya rik ,nani kudda zu
Чун и гафар гьинал рахан, низ рахан?
çun i gafar hinal raxan ,niz raxan
Бес тапарар вучиз рахан, куьз рахан?
bes taparar vuçiz raxan,küez raxan
Зун кIани тир кIвалени заз тай авач.
zun kanitir kualeni zaz tay avaç
Вун кIани тир кьилени заз «гьай» авач.
vun kani tir kileni zaz hay avaç
DAĞISTAN ARSLANI ŞEYH ŞAMİL
DAĞISTAN ARSLANI ŞEYH ŞAMİL
[ Kaddesallahu Sırrahulaziz ]
Bugünkü Kuzey Kafkasya’da bir İslami potansiyelden söz edilebiliyorsa bu, büyük ölçüde Şeyh Şamil ve müridlerinin organize ettiği tasavvufi cihad hareketi yıllarında olmuştur. Özellikle bugünkü Kafkasya’da İslami geleneğin en güçlü şekilde yaşandığı Dağıstan bölgesinde 19. yüzyıl boyunca yaşanan İslami hayat, yaklaşık 70 yıl sürdürülen din düşmanlığı politikalarına rağmen bugüne kadar ulaşan bir canlılıkla yaşanmıştır. Sırasıyla İmam Mansur, Gazi Muhammed, İmam Hamzat ve İmam Şamil önderliğinde yürütülen cihad yıllarında şehid düşen mücahidlere ait makamlar bugün Kafkasya müslümanlarının manevi kimliklerini koruyucu bir vasıta olarak varlıklarını sürdürmektedir. Hemen her karış toprağı şehid kanıyla sulanmış,herkayası bir savaşın siperi olmuş Dağıstan son iki asır boyunca İslam’ın kalesi haline gelmiştir.
Şeriatın deruni yönünü oluşturan ve İslam’ı şekli bir takım törenler olma, ötesine ulaştırarak kalbi bir lezzet ve coşkuya tahvil eden tasavvuf, Dağıstan’ın günlük yaşantısının bir parçası haline dönmüştü. Bir mürid için cihad en coşkulu bir zikir halkasının doruk noktası ve cazibenin ruhları kanatlandırdığı andı.
Kafkasya’da Müridizm adını alan tasavvuf hareketinin ikinci önderi olan İmam Gazi Muhammed, Nakşibend tarikatı müridlerinden Kuralı Muhammed ve O’nu takiben Şeyh Cemaleddin Gazikumuki’ye intisab etmiştir. İmam Gazi Muhammed, Şeyhi Kuralı Muhammed ‘in kendisine verdiği “Kulun emrine değil Allah’ın emrine uyarak Ruslara karşı cihada başlaması” talimatıyla cihad bayrağını kaldırmıştır. İmam Gazi Muhammed 1829′da 36 yaşında neşrettiğ “İkamet-ül Burhan Ala İrtidadi Urefa-i Dağıstan” adlı eseriyle Gimri’den başlamak suretiyle halkı cahada davet etmiştir. 1831 yılından itibaren Ruslarla şiddetli çarpışmalara giren İmam Gazi Muhammed, merkez üssü olan Gimri’de 17 Ekim 1832 tarihinde girdiği çarpışmada çok ağır bir şekilde yaralanır. Hayata gözlerini kapatırken başucunda bulunan ve yaralı durmdaki önde gelen müridi Şamil’e şunları söyler: “Şamil ! Rüyamda halkınDağıstan’ın Koysu ırmağına bir direk diktiğini gördüm. “Bu direk nedir?” diye sorunca “İmam Gazi Muhammed’dir” dediler. Bu direk su akıntısına bir süre direndikten sonra devrilerek akıntıya kapıldı. Halk yine bir direk dikti ve “Bu da İmam Hamzat’dır” dediler. Ancak bu ikinci direk daha kısa bir sürede devrildi. Halk üçüncü bir direk daha dikti. Bu sonuncu direk akıntılara çok uzun süre direndi. “Bu kim ?” diye sorunca “O Şamil’dir” cevabını aldım. Bu rüyam gösteriyorki bana yolculuk görünmüştür. Yerime geçecek olan Hamzat’ta kısa bir süre sonra beni takib edecektir. Dağıstan’ın geleceği sana emanettir, bütün ümid sendedir. Allah yardımcın olsun…”
Oracıkda şehid olan İmam Gazi Muhammed, Gimri’den alınıp köy köy dolaştırıldıktan sonra Tarku’da toprağa verilmiş daha sonra da vasiyetine uygun olarak Şeyh Şamil’in İmamlık döneminde Gimri’ye nakledilmiştir.
İmam Gazi Muhammed’in ardından İmamlık makamına geçen İmam Hamzat iki yıl sonra 19 Eylül 1834′de 45 yaşında iken şehid edilmiş ve İmam Gazi Muhammed’in rüyasında gördüğü gibi o sırada 37 yaşında olan Şeyh Şamil 2 Ekim 1834′de imamlığa seçilmiştir.
1797′de Dağıstan’ın Gimri avulunda doğan Şamil zahiri ve batıni eğitimini, daha sonra kayınbabası da olan Şeyh Cemaleddin Gazikumuki’nin yanında tamamlamıştır.
Şeyh Şamil’in mürşidi ve kayınbabası Şeyh Cemaleddin Gazikumuki (K.S.) Dağıstan’dan İstanbul’a hicretten sonra bir süre Üsküdar’da yaşamış ve vefatından sonra Karacaahmed kabristanında toprağa verilmiştir.
İmamlık seçimi sırasında bir konuşma yapan İmam Şamil: “İmamlığı yalnız şu şartıma mutlak suretle uyacağınıza söz verirseniz kabul ederim. Son derece şiddetli hareket edeceğim. Bu celala tahammül edeceğinize ve asla şikayetlenmeyeceğinize söz veriyormusunuz?” deyince bütün müridler “Önümüze atalarımızın mezarı çıksa son oğlumuz düşman elinde kalsa senin emrinden çıkmayız” diyerek biat ettiler ve böylece Şeyh Şamil’in kanlı mücadelelerle geçecek İmamlık dönemi başladı.
25 yıl süreyle Ruslar ile Dağıstan’ın dört bir köşesinde savaşan Şeyh Şamil ve müridleri teknik bakımdan kıyaslanamaz derecede güçlü ve 250 bin kişiye kadar ulaşan kalabalık Rus ordusuna karşı kahramanca savaştılar. Özellikle 1854 Kırım savaşından sonra bütün gücüyle Kafkasya ve Dağıstan’a yüklenen Rus ordularına karşı savaşında devrin en güçlü “İslam Devleti” olan Osmanlı Devleti’nden en ufak bir yardım bile alamayan Şamil ve sadık müridleri son direnme noktası olan Gunib Dağı’na çekildiklerinde Şamil’in yanında sadece dörtyüz mücahidi kalmıştı; Gunib dağında süren çetin günlerde bu sayı 100 kişiye indi.
Yanında bulunan ulemanın tavsiyesi ile, son müridlerinde hayatlarını kaybetmesini istemeyen Şeyh Şamil 1859 yılı Eylül ayının ilk günlerinde Rus generali Prens Baryatinski izin verilmesi başta olmak üzere bazı şartlarla teslim olmak zorunda kaldı. 6 Eylül 1859 günü Temirhan Şura şehrine getirilen Şamil yanındaki aile üyeleri ve yakın müridlerinden oluşan 40 kişilik bir kafile ile 11 Eylül 1859′de Sen Petersburg’a nakledildi ve bir ay sonra esaret süresinin büyük kısmını geçirmek üzere Kaluga’ya götürüldü.
63 yaşında esir düşen ve Kaluga’da geçen ilk üç yılında manevi yönden büyük sıkıntılar çeken Şeyh Şamil’in o güne kadar ağarmamış ola saç ve sakalı tamamen bembeyaz hale gelmişti. Türk topraklarına gitmelerine izin verileceği sözü ile teslim olan Şamil’e verilenn bu söz, uzun süre unutulmuş ve Şeyh Şamil’in Kaluga’daki esareti 10 yıl kadar sürmüştür. 10 yıl sonra Kaluga’dan Kiev’e nakledilen Şeyh Şamil burada görüştüğü Çar II. Aleksandr’dan Osmanlı ülkesine gönderilmesini rica etmiş ve oğulları Gazi Muhammed ile Muhammed Şafi’yi rehin bırakmak şartıyla bu isteği yerine getirilmiştir.
1870 yılında bir Rus gemisiyle İstanbul’a gelen Şeyh Şamil Kabataş iskelesinden bir saltanat kayığı ile alınarak devrin hükümdarı Sultan Abdulaziz tarafından karşılandığı Dolmabahçe sarayında ağırlanmıştır.Abdulaziz Han’ın büyük iltifatlarıyla karşılaşan Şeyh Şamil sulatan’a kendisi ve ailesi için hiçbir maddi isteği olmadığını ancak Mekke ve Medine’yi ziyaret maksadıyla Hicaz’a gtmelerinin sağlanmasını söylemiştir. Sultan Abdulaziz’in sağladığı bir gemiyle Hicaz’a doğru yola çıkan Şeyh Şamil ve ailesi gemi ile mısır’a uğramışlar ve burada Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından bir süre misafir edilmişlerdir. Bu misafirlik sırasında Şeyh Şamiil Cezayir bağımsızlık tarihinin unutulmaz mücahidi Kadiriyye tarikatının önde gelen simalarından Emir Abdulkadir ile tanışmışlardır. Böylece 19. yüzyıl boyunca biri Kafkasya’da, diğeri Cezayir’de cihad tarihine altın sayfalar ekleyen iki mürşid ve mücahid buluşmuş oluyorlardı. Mısır’daki 1 ay kadar süren misafirlikten sonra Kızıldeniz yoluyla Arabistan’ın Cidde limanına gelen Şeyh Şamil ve yanındakiler başta Mekke emiri Şerif Abdullah olmak üzere Hicaz’ın önde gelenleri tarafından karşılanarak Mekke’ye getirildiler O yıl Hacc-ı Ekber olduğu için normale göre daha fazla sayıda olan hacılar Kabe’yi ziyareti sırasında İslam aleminin her yanına yayılan ününü işittikleri bu büyük mücahidi görmek isteyince Şeyh Şamil Kabe’nin çatısına çıkarılarak bütün hacıların kendisini görmesi sağlanmıştır. Şeyh Şamil’e nasib olann bu büyük mazhariyet Allah rızası için 30 yıl aralıksız süren cihadın bedeli olmasa bile Kabe avlusunu dolduran bütün müslümanları büyük bir vecde sürüklemiştir.
Hacı olduktan sonra Mekke’den Medine’ye geçen Şeyh Şamil Peygamberimiz (S.A.V.)’in soyundan gelen Ahmed er-Rufai’nin evlatlarına tahsis edilen dergahta misafir edilmiş ve büyükdedesi ile aynı ismi taşıyan şeyh ve müridleri tarafından ağırlanmışlardır. Medine’ye geldiği gün Ravza-i Mutahhara’da Rasulullah(S.A.V.)’in ayak ucunda, yanında bulunan 70 Kafkas mücahidi ile saf tutan Şeyh Şamil ömrünün son demlerinde manevi huzuruna geldiği Peygamber’i(S.A.V.)’ne kavuşmuştur. Şeyh Şamil’in bu ziyaretinin makbul oluşuna şahid olan bir rivayete göre Şamil’in Medine’ye geldiği günlerde Peygamber (S.A.V.) soyundan gelen en yaşlı seyyid ve şerif olan zat bir rüya görür. Rüyasında Peygamberimiz (S.A.V.) onlarca kuşaktan bu torununa “Oraya gelen en büyüğünüz ve saygıya layık konuğunuz Şamil’dir. Kendisine hürmet ve hizmette kusur eylemeyin! ” buyurur. Bu rüya üzerine Peygamber (S.A.V.) soyunun yatağından çıkamayacak derecede yaşlanmış olan bu büyüğü derhal yerinden kalkarak Şamil’i ziyaret etmek ister ve Şamil’in yanına gelir gelmez ellerine sarılır.
Artık ömrünün son demlerine geldiğini hisseden İmam Şamil Rusya’da rehin bulunan oğullarından birinin aile fertlerine sahip çıkmak üzere Medine’ye gelmesinin sağlanmasını Osmanlı Sultanından rica eder ve oğulu Gazi Muhammed yapılan girişimler sonrasında Hicaz’a doğru yola çıkar. Bu sırada iyice rahatsızlanan Şeyh Şamil’in son anlarında başında misfiri olduğu dergahın şeyhi Ahmed er-Rufai ve Şeyh Şamil’in o sırada henüz 7 yaşında bulunan küçük oğlu Muhammed Kamil bulunmaktaydı. Şeyh Ahmed er-Rufai, Şamil’in son anlarında olduğunun farkındadır ve O’na Kelime-i Tevhid’i telkin eder. Kelime-i Tevhid için otuz yıl gaza meydanlarında yaralar alan, kan döken Şeyh Şamil son bir gayret ile sağ parmağını kaldırarak Kelime-i Şehadet getirir ve ruhunu Rabb’ıne teslim eder. Ertesi gün ailesinden yanında bulunanların son defa babalarını gördüğü sırada Şamil’in gaza meydanlarında aldığı yaralarla süslü bedenini yıkayıp teçhiz ve tekfin edecek olan şeyh Ahmed er-Rufai Şamil’in daha küçük bir çocuk olan oğlu Muhammed Kamil’i babasının yanına götürerek şunları söyler: “Oğlum babanın mubarek elini kokla!..” Ve çocuk babasının cansız elini öperken sözlerini şöyle sürdürür.:”Duyduğun koku ancak şehidlik mertebesine erenlerde ortaya çıkan mübarek bir kokudur. Bil ki baban kutlu şehidler kafilesinin sancaklarındandır. ” Kafkasya’da Dağıstan’ın Gimri avulundaki bir dağ evinde başlayan, onlarca kez ölümle karşılaşan ve bütünüyle Allah yoluna adanan bir ömrün Peygamber (S.A.V.)’in makamı olan Medine’de sona ermesi ancak Şeyh Şamil’e lütfolunan bir ayrıcalıktı. Şeyh Şamil Peygamber Mescid’nde kılınan namazdan sonra Cennet’ül Baki kabristanında Peygamberimiz (S.A.V.)’in eşlerinin defnedildiği bölgede toprağa verildi.
“Kafkasya’da güneşe bakıp da Şamil’i hatırlamamak mümkün değildir. O Kafkasya’nın kara günlerini aydınlatan güneştir.” sözleri bugünkü Kafkasya için de geçerlidir. Bugün Kafkasya ve Dağıstan!da ülkeyi işgal eden güçlere karşı yürütülen mücadelenin yollarını da yine “Şamil Güneşi” aydınlatmaktadır. Artık destanlaşmış olan hayatı, savaşları, sözleri ve hayata geçirdiği ilkeleri ile Şeyh Şamil bugün Kafkasya ve Dağıstan’da dipdiri olarak yaşamaktadır. Allah yoluna adanmış ve bu adanmışlık defalarca ölümle sınanmış bir mücahidin nasıl ölümsüz hale geleceğini anlamak isteyenler şanil’in hayatını okumalıdırlar. Şeyh Şamil’in bugünkü ve yarınki Kafkasyalılara yol gösteren şu birkaç sözü bile böyle bir niyeti olanlara bir fikir verecektir:
“Allah güçlülerin başaramadığını bir zayıfa başartmaya kadirdir”
“İnsanların en soylusu Allah’tan en çok sakınandır”
“Allah’ın verdiği nimetlerle günah ve kötülük yolunda güç kazanmak ne kötüdür”
“Allah ile açık olsun-gizli olsun ilişkiniz edeb üzre olmalıdır.”
“Allah’ giden yollar gökteki yıldızlardan daha çoktur ve ben o yollardan birisine talibim”
“Bir mürşide bağlanırken ondan keramet beklemeyin; şeriata bağlı olduğunu ve hak yolda yürüdüğünü görmeniz yeterlidir.”
“Arkadaşını affet; affettiğini hatırlama ve hatırlatma!..”
“Torunlarınıza bırakacağınız en büyük miras tevhid için savaşmak ve Allah kelamını yayma yolunda can vermeyi öğretmek olacaktır. Torunlarımız cihad günlerinde kuyruk değil baş olmalıdır.”
“Ölümümüz bizi Allah’a kavuşturacağı için kutludur. Dünyaya geldik, Hakk’ın eserlerini gördük, gönülden vurulduk; emirlerindeki hikmete inandık. Hakk’a kavuşmamız olan ölümü de gönülden özlemeliyiz. Müslüman için bir vuslat ve mutluluk anı olan ölüm ancak kafirler için gerçek bir azaptır.”
“Şehid ruhları yeşil kuş kanatları üzerinde Allah’a ulaşır. Allah yolunda kan dökünüz, yurdumuz için ölünüz ve şehid olmaya koşunuz !..”
Hayatı boyunca bu sözlerin anlamını şerheden Şeyh Şamil’in bugün Kafkasya ve Dağıstan’da yaşayan torunları Şamil’i anladığı takdirde bu dünyada pekçok şey değişecektir.
İMAM ŞAMİL’ İN HAYAT HİKAYESİ
Rusların, Kafkasya’da ortadan kaldırmak istediği İslâmiyeti, tekrar ihyâ etmek, yaymak için uğraşan, Kafkas-Rus mücâdelesinin en unutulmaz simâsı ve düzenli Rus ordularını dize getiren büyük mücâhid , Kafkas kahramânı, âlim ve velîdir . 1797 (H.1212) senesinde Dağıstan’ın Gimri köyünde doğdu. Babası Muhammed, ona Ali ismini verdi. Küçük yaşta ağır bir hastalığa yakalanan Ali’ye, âdetlerine uyarak, Şâmil ismini de verdiler ve o isimle çağırmaya başladılar.
Küçük yaşından îtibâren ilim tahsîl edip âlim olması için, zamanın ulemâsından okudu. Şâmil, otuz yaşına kadar; tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerini, edebiyât, târih ve fen bilgilerini öğrenerek, büyük bir âlim, gönül sâhibi bir velî oldu. Rusların, Kafkasya’daki müslüman Türkleri esâret altına almak, kalblerindeki îmânı söküp atmak ve İslâmiyeti yok etmek için maddî ve mânevî bütün güçleri ile uğraştığını görünce, gönlündeki îmânın tezâhürü olarak cihâd aşkıyla ortaya atıldı. Kafkasya’da yaşayan Türkler, onu başlarına imâm, rehber seçtiler. İmâm Şâmil, daha önce Rusların esâretini kabûl etmiş kabîleleri de saflarına katarak, düzenli küçük bir ordu kurdu. Bu küçük ordusuyla yirmi beş sene, İslâmiyeti yok etmek, müslümanları ortadan kaldırmak isteyen Ruslara kan kusturdu. Nice generallerini harp meydanlarında öldürüp, nicelerini de çarlarına karşı küçük düşürdü, onları âciz bıraktı. Eşsiz bir mücâdele ile hayâtını geçiren Şeyh Şâmil, 1870 (H.1287) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Zâhirî ilimleri Saîd Herekânî’den, tasavvuf ilimlerini ise aynı zamanda kayınbabası ve mürşidi olan Seyyid Cemâleddîn Gazikumûkî hazretlerinden öğrendi.
Şeyh Şâmil, daha gençlik yıllarında Şeyh Mansûr ile başlatılan hürriyet mücâdelesindeki yerini aldı. Mansûr’dan sonra, Gâzi Muhammed, Kafkaslıların başına geçerek imâm oldu. O da gönül sâhibi bir velî idi. Şeyh Şâmil’in çocukluk arkadaşı olan Gâzi Muhammed, Ruslarla yaptığı Gimri muhârebesinde şehîd olmadan önce; “Kardeşim Şâmil! Bu savaşta şehîd olsam gerektir. Benden sonra Hamzat imâm olacak. Onun kısa süren imâmlığından sonra sen başa geçecek, senelerce Kafkasya’ya hükmedeceksin. Nâmın cihânı tutacak. Çar ordularını perişân edeceksin. Bu savaştan sonra Gimri’den gitsen bile yine kurtarıp, mezârımı düşman çizmeleri altında bırakmazsın inşâallah” demişti. Çarpışmanın şiddetlendiği bir an, Gâzi Muhammed şehîd düştü. Bu hâle çok üzülen Şeyh Şâmil, büyük bir hızla düşmana saldırdı. Birçok düşman öldürdü. Bu arada ağır yaralandı. Şeyh Şâmil’in yaralandığını gören GimriCâmiinin müezzini Mehmed Ali, onu tâkib ederek, savaş alanı dışındaki bir mağaraya sakladı. Şeyh Şâmil pekçok yerinden yaralanmış, kaburga kemiklerinden bazıları ve köprücük kemiği de kırılmıştı. Asıl yara, göğsünde ve sırtında olup, her tarafını kan kaplamıştı.
Müezzin, oraya iki saat mesâfede bir köyde oturan Dağıstan’ın meşhûr cerrâhı, aynı zamanda Şeyh Şâmil’in kayınpederi olan Abdülazîz Efendiye durumu bildirdi. Abdülazîz, şifâlı otlarla yaptığı ilâçları Şeyh Şâmil’e tatbik ederek tedâviye başladı. Birkaç gün mağarada, daha sonra Unsokul köyünde tedâvi edilen Şeyh Şâmil, yirmi beş gün baygın yattı. Kendine geldiğinde annesini baş ucunda görünce, güçlükle; “Anacığım! Namazımın vakti geçti mi?” diye sordu. Namazlarını îmâ ile kılarak, aylarca yatakta yatan Şeyh Şâmil sıhhate kavuştu.
1832 (H.1248) senesi şehîd düşen Gâzi Muhammed’in yerine, Hamzat Bey imâmlığa seçildi. Üç sene kadar faâliyet gösteren Hamzat Bey, 1835 (H.1251) senesinde Hunzah Câmiinde bir Cumâ günü şehîd edildi. Onun şehâdetinden sonra imâmlık, yâni liderlik vazifesi Şeyh Şâmil’e teklif edildi. Şeyh Şâmil, tevâzu göstererek daha ehliyetli birinin seçilmesini istedi. Hattâ namzetler de gösterdi. Gohlok’ta toplanan âlimler ve milletin ileri gelen temsilcileri, her türlü yetkiye hâiz olarak, Şeyh Şâmil’e imâmlığı kabûl ettirdiler.
Rusları dize getirmenin ancak düzenli bir orduyla mümkün olacağını, teşkilâtlanılırsa çar ordularıyla baş edebilecek durumda olduklarını, dışardan hiçbir yardımın gelmeyeceğini, bu sebeple iş başa düştüğünü her gittiği yerde îzâh ediyordu. Tesirli hitâbetiyle halkı cezbediyor, müslüman olarak yaşamak aşkıyla yanan bu insanların kalblerine birer kıvılcım salıyordu. Bu uğurda şehîd olmanın mükâfâtının Cennet olduğunu bildiriyor, dînin emirlerine uymanın, yasaklarından kaçınmanın ancak hürriyet ile mümkün olabileceğini herkesin kalbine nakşediyordu. Şeyh Şâmil, kısa zamanda kısmen de olsa nizamlı bir ordu ve mülkî teşkilâtı kurmaya muvaffak oldu. Tecrübeli ve değerli yardımcıları, vekîlleri, ordunun ve mülkî idârenin başına getirdi. Bu nâiblerin en meşhûrları şunlardı: Şuayb Molla, Taşof Hacı, Duba, Hâcı Sadu, Ahverdili Muhammed, Kabet Muhammed, Hitinav Mûsâ, Nûr Muhammed, Muhammed Emîn, Hâcı Murâd. Yararlık gösterenlere altın ve gümüşten yapılmış nişanlar veriyor ve bu nişanlara; “Sonunu düşünen hiçbir zaman cesur olamaz.”, “Kuvvet ve yardım ancak Allahü teâlâdandır.”, “Cesûr ve yüksek rûhlu olana…” şeklinde cümleler yazdırıyordu. Şeyh Şâmil’in seçtiği bu nâibler, memleketin olduğu kadar, askerî birliklerin de sevk ve idâresinde üstâd idiler.
Çar Birinci Nikola, yıllardırKafkasya’da yapılan savaşlarda başarılı olamadığını ve Şeyh Şâmil’in düzenli ordu kurarak hücumlarını sıklaştırdığını görünce, bu memleketi bir de sulh yoluyla elde etmeyi denemek istedi. Şâyet Şeyh Şâmil’i elde edebilirse, bu işin çabucak biteceğine inanıyordu. Kafkasya’daki müslümanları bir bayrak altında toplama sevdâsından vazgeçerse, kendisine en büyük makamların, rütbelerin verileceğini, başına krallık tâcı giydirileceğini, Çarlık hazînelerinin ayakları altına serileceğini bildiren göz kamaştırıcı şeytânî bir teklif hazırlatıp, en güvendiği generallerinden Viyanalı Kluk Von Klugenav’a verdi ve Şâmil’i sarayına dâvet etti. General, Şeyh Şamil’in huzûruna çıkmak için aracılar koydu. Güçlükle Şeyh Şâmil ile görüşmeye muvaffak oldu. 1837 senesinde Çar’ın gönderdiği elçiyi, maiyetiyle berâber, SulakNehri civârında kabûl etti. İmâm, Generale yere serdiği Kafkas yaygısında yer gösterdiği zaman, bir bacağı bir müslüman güllesiyle sakat kalan topal General, Şeyh Şâmil’i büyük bir tâzimle selâmladı ve istemeyerek bu yamalı yaygıya oturdu. Çar’ın sonsuz vâd ve pek parlak teklifleriyle dolu mektubunu okuyan General susar susmaz, İmâm hızla ayağa kalkarak; “Namazım geçiyor.” diye heybetle geri çekildi. Namazını kıldıktan sonra gelen Şeyh Şâmil, sapsarı kesilen Generale kesin cevâbını şöyle bildirdi: “General! O Nikola’ya git ve de ki: Senin yerinde şu anda kendisi olsa ve bu alçakca teklifleri bana bizzat yapmak cesâretinde bulunsaydı, ona ilk ve son cevâbı şu kırbacım verirdi.” İyice hiddetlenen Şeyh Şâmil şöyle devâm etti: “Ona söyle! Kahraman tebeamın kalblerinde kök salan bu eşsiz zafer inancını kökünden kazımadıkça, bu mübârek vatan topraklarını en son kaya parçasına kadar karış karış müdâfaa etmekten bizi men edemeyeceksiniz. Dînim ve vatanım uğrunda, bütün çocuklarımı ve âilemi kılıçtan geçirseniz, zürriyetimi kurutsanız, en son tebeamı öldürseniz, tek başıma son nefesimi verinceye kadar sizinle savaş edeceğim. Nikola’yı tanımıyorum. Son cevâbım budur.” Daha sonra ayağa kalktı. Hiçbir şey söylemeye cesâret edemeyen General, huzurdan ayrılıp, Çar’ına durumu bildirdi. Çar, hazır bu yol açılmışken, ikinci bir teşebbüs olmak üzere Kafkas orduları başkumandanı General Feze’yi, İmâm Şâmil’e tekrar gönderdi. Onun da aldığı târihî cevap şudur:
“Ben, Kafkas müslümanlarının hürriyete kavuşmaları için silaha sarılan gâzilerin en aşağısı Şâmil! Allahü teâlânın himâyesini, Çar’ın efendiliğine fedâ etmemeye yemin eden, özü sözü doğru bir müslümanım. Daha önce Çar Birinci Nikola’yı tanımadığımı, emirlerinin bu dağlarda geçersiz olduğunu General Klugenav’a anlayacağı şekilde tekrar tekrar söylemiştim. Bu sözleri sanki taşa söylemişim gibi, Çar, hâlâ görüşmek için beni Tiflis’e dâvet ediyor. Bu dâvete icâbet etmeyeceğimi bu mektubumla son defâ size bildiriyorum. Bu yüzen fânî vücûdumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem, bu kesin karârımı hiçbir zaman değiştirmeyeceğim. Cevâbım bundan ibârettir. Nikola’ya ve onun kölelerine böylece mâlûm ola!”
Şeyh Şâmil, teşkilâtlandırdığı yiğitleri hem din bilgilerinde yetiştirir, hem de askerî eğitimden geçirirdi. Köylerde bulunan bütün çocukların Kur’ân-ı kerîm okumasını sağlar, büyüklerin; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi dînî ilimlerin yanısıra, zamânın fen bilgilerinde de yetişmesi için uğraşırdı. Din bilgisi olmayan câhillerin Ruslara aldanacağını, vatanını koruyamayacağını, böylece hem dünyâda esâret altında kalacağını, hem de âhirette acı azâblara dûçâr olacağını buyururdu. Bu sebeple, emri altındaki her köy, kasaba ve şehirde medreseler açtırır, hem din, hem de fen ilimlerinin okutulması için uğraşırdı. Kendisi bizzat bu derslere katılır, talebelerine ders verirdi. Başarılı talebelerine mükâfâtlar dağıtırdı. Medresede okutulan dersler yanında, silâh kullanmak, kılıç çekmek, ok atmak, ata binmek gibi konularda eğitimler yaptırır, savaş ânında herbiri birer komutan olacak şekilde yetiştirirdi. Bundan dolayı Şeyh Şâmil, hem milletinin, askerinin devlet reîsi, kumandanı, hem de hocası, imâmı idi. Bu sebeple Kafkasyalı müslümanlar, onu canları gibi çok severler, her emrine şartsız itâat ederlerdi. Vatanlarını Ruslara karşı müdâfaa etmek ve bu uğurda şehîd olup Allahü teâlânın rızâsını kazanmak, her Kafkasyalı müminin yegâne arzusu idi. Çocuklarını, Allahü teâlânın dostlarını sevecek, düşmanlarından da nefret edecek şekilde yetiştirirlerdi. Onlar için Rusları sevmek, onlara boyun eğip emirlerine girmek kadar tehlikeli bir şey olamazdı. Her çocuğa, İmâm Şâmil’in ve diğer âlimlerin muhabbeti, Ruslara olan düşmanlık anlatılırdı. “Hubb-i fillah ve buğd-ı fillah”ın (Allahü teâlânın dostlarını sevmek, düşmanlarından nefret etmek), îmânın asıl sebebi, şartı olduğu, bu olmadıkça hiçbir ibadetin cenâb-ı Hakk’ın katında makbûl olmadığı öğretilirdi.
Rus kuvvetleri hep hezimete uğradı. Yenileri birbirini takib etti. Çar Birinci Nikola, bu hezîmetlerden sonra, bütün Kafkasya’yı fethetmek, Şeyh Şâmil’i ele geçirip bütün müslümanlara kötü günler yaşatmak maksadıyla, ordularının en seçkin generallerini bu işde vazifelendirdi. Napolyon’u mağlub eden bu meşhûr generaller; Fraytag, Svarts, Klugenav, Argutinski idi. Kalelere bıraktıkları ihtiyat kuvvetleriyle birlikte elli bini bulan bu seçme ordu, dört koldan harekete geçti. Netice yine Rus ordularının hezimeti ve bir avuç müslümanın zaferi idi.
Şeyh Şâmil’in, bu kadar kısa sürede, harp târihinde ender rastlanan bir zaferi kazanması ile, Avaristan baştanbaşa düşman çizmelerinden temizlendi. Rusların yirmi beş müstahkem mevkii zapt ve tahrîb edildi. İki binden ziyâde Rus askeri esir alınıp, binlercesi öldürüldü. En mühimi, yenilmez sanılanRus ordularını çok az bir müslüman Türk’ün îmân gücü ile nasıl perişân ettiğine Rus Çarı dahî hayretle şâhid oldu. Rus kaynakları 1843 senesinde yapılan bu harplerin netîcesi hakkında şöyle demektedir:
“Şâmil, Avaristan’da taş üstünde taş bırakmadı. Unsokul, Balakan, Moksok, Ahalçi, Tsanah, Hassat, Gergebil, Burunduk, Hunzah, Nizovaye, Ziran, Gimri gibi en önemli üslerimizi, mevzilerimizi kâmilen ele geçirip temelinden tahrib etti. Rusya’ya çok pahalıya mal olan bu Avaristan muhârebelerinde yaptığımız müthiş masrafları, verdiğimiz korkunç insan ve malzeme zâyiatını hesab edecek olursak, bu savaşın Kafkasya’da yaptıklarımızın en kanlı ve zararlısı olduğu meydana çıkar.”
Bu savaşlar netîcesinde Kafkasya’da yaşayan müslüman Türklerin mâneviyâtı yükseldi. Ruslara karşı müthiş bir direniş başladı. Şeyh Şâmil’e karşı olan güvenleri çoğaldı. Canla başla ona yardıma karar verdiler. Bu savaş, Çar Birinci Nikola’nın gururunu kırdığı gibi, plânlarını da alt üst etti. Napolyon’a karşı gâlip gelen meşhûr Rus generalleri, iki kolorduya yakın büyük bir kuvvet ile Avaristan’a saldırdıkları hâlde, Şeyh Şâmil’in bir avuç ordusu karşısında tutunamamışlar, felce uğramışlardı.
Çar Nikola, bu hezîmetten sonra da, Şeyh Şâmil’in karşısına General Vorontsof’u çıkardı. Onu Kafkas Orduları Başkumandanlığına getirerek; “Bütün ordularım bu uğurda fedâ olsun. Hazînelerimin bütün kapıları Kafkasya için ardına kadar açıktır. İstediğin her şeyi bol bol alabilirsin. Bunun karşılığında sizden Şeyh Şâmil’i ölü veya diri olarak ele geçirmenizi ve Dargo denilen yuvasını kasıp kavurarak çiğnemenizi istiyorum” dedi. General Vorontsof, Kafkasya’yı bir uçtan bir uca fethetmek için altmış bin kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Şeyh Şâmil’in yok denecek kadar az bir askeri karşısında perişân olup şaşkına döndü. Bir buçuk ay içinde elindeki bütün cephânelerini, güllelerini İmâm Şâmil’in yaptırdığı sahte istihkamlara, boş siperlere günlerce atarak bitirdi. Hakîkî muhârebelere daha girişemeden cephânesiz kaldı. Geriden gelen mühimmat ve askerin yiyeceğini, erzakları Şeyh Şâmil’in yaptığı baskınla kaybetti. Şeyh Şâmil’in iki ay süren çok mahâretli ve kanlı yıpratma muhârebeleri karşısında mevcûdunun büyük bir kısmını ve üç generalini kaybetti.
Şeyh Şâmil, yeni bir gazâ için hazırlanmaya başladı. Ordusuna, Rusların müslümanlara yaptıkları katliamları, ettikleri işkenceleri ve zulümleri anlatıyordu. Dînini yayabilmek için, vatanlarını korumanın en büyük ibâdetlerden olduğunu, bu uğurda şehîd olmanın öneminden ve Cennet’teki yüksek derecesini haber veriyordu. Peygamber efendimizden ve Eshâb-ı kirâmdan misâller getiriyor, onların hiç rahat yüzü görmediklerini, hayatlarının sonuna kadar İslâmı yaymak için diyar diyar dolaştıklarını, çok az bir kuvvetle pek büyük düşman sürülerine gâlip geldiklerini anlatıyordu. Halk heyecanla dinliyor, o anlattıkça Allahü teâlânın düşmanı olan Ruslara karşı nefretleri artıyordu. Ruslar harp meydanlarında devamlı yenilince ova köylerinde mezalime başladılar. Bu köylerden gelen iki kişi halkın çâresiz hâline Rusların kadın çocuk demeden yaptıkları mezâlimi Şeyh Şâmil’in annesine anlattılar. Annesi, Şeyh Şâmil’i yanına çağırdı. Annesinin en küçük arzusunu kendisine büyük bir emir telakkî eden muhterem İmâm, annesinin yanına gitti. Biraz önce dinlediği vahşetten gözleri yaşla dolan heybetli ana, oğluna; “Evlâdım! Uzak Çeçen köylerinde Rusların yaptığı anlatılmaz işkenceleri ve öldürülen yiğitlerin haberini öğrendim. Kendilerini müdâfaa edemeyen bu köylüleri boş yere kırdırmasan ve Ruslarla belirli bir müddet için mütâreke yapsan olmaz mı?” deyiverdi. Bu sözleri anasından işiten kahraman İmâm, beyninden vurulmuşa döndü. Şeyh Şâmil, bir tarafta vatanın selâmeti ve bu uğurda Ruslarla kanının son damlasına kadar mücâdeleye karar vermiş insanlar, bir tarafta da incitilmesi büyük günahlardan olan ana gibi iki müthiş ateş arasında kaldı. Senelerdir, İslâm düşmanı olan Ruslarla mücâdele etmişti. Hattâ vücûdunda yara almadık yeri kalmamış gibiydi. Bu uğurda; eşi, hemşiresi, oğlu, amcası ve binlerce müslüman Türk şehîd olmamış mıydı? Bu sebeple düşmanla anlaşmaya kalkanlar için kânunlar konulmuş, onlara şiddetli cezâlar verileceği bildirilmişti. Şeyh Şâmil’in bu istek karşısında bir anda sararıp gül gibi solduğunu gören ana, oğlunun kalbine fecî bir hançer sapladığını anlayarak yaptığına pişmân oldu ve; “Dilim tutulsaydı da oğluma böyle bir şefâatte bulunmasaydım. Müslümanların kâfirlere boyun eğmesi gibi büyük bir günâhı işletmeye sebep olmak ne kötü. Elbette oğlum bunu kabûl etmeyecektir. Yâ Rabbî! Bu işin hâlledilmesi için oğluma yardım eyle, beni de affettiklerinin arasına al!” dedi. Sonra kimsenin yüzüne bakamadan evine girdi. İmâm Şâmil ise güç durumlarda namaza durur, günlerce yemeden içmeden o işin hâlledilmesi için Allahü teâlâya yalvarırdı. Yine öyle yaparak mescide halvete çekilen Şeyh Şâmil, gözyaşları arasında namaza durdu. Kur’ân-ı kerîm okudu. Allahü teâlânın sevgili kullarından, başta hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ve diğer büyüklerden yardım diledi. Onları vesîle ederek cenâb-ı Hakk’a niyâzlarda bulundu.
İmâm’ın korktuğu tek şey, müslümanların kalblerindeki düşmanla mücâdele azminin kaybedilmesi, îmânlarının sarsılması idi. Halkın Ruslarla anlaşmaya meyletmesi demek, esâreti kabûl edip, İslâmın emirlerini yapamamak, yasaklarından kaçınamamak, en mühimi îtikâdlarının bozulması demekti. Üstelik bu korkunç isteğe şefâatçı olan anasıydı. Din ve vatan için, bir değil binlerce ana, oğul fedâ olmalıydı. Şeyh Şâmil, günlerce mescidde Allahü teâlâya yalvarıp, nefs muhâsebesi yaptıktan sonra karârını verdi. Sabırla kendisini kapıda bekleyen halkın huzûruna çıktı. Onlara; “Muhterem anam cezâsını çekecektir!…” emrini bildirdi. Emir büyüktü. Şimdiye kadar İmâm’larının bir istediğini iki etmeyen nâibler, ananın huzûruna çıktılar ve durumu bildirdiler. Yaralı ana, adâlet dîvânının önüne geldi.Halk toplanmış, nefes almadan bekliyordu. Mahkûm mevkiinde, şimdiye kadar Kafkasya’da yetişen âlimlerin, velîlerin en büyüklerinden olan Şeyh Şâmil’in anası vardı. Omuzları çökmüş, yaptığı hatânın üzüntüsü ile rengi solmuş bir hâlde oğluna baktı. Sonra yürekleri parçalayan bir sesle; “Oğlum! Allahü teâlânın emrinden kıl ucu kadar ayrılırsan, emzirdiğim sütü helâl etmem! Verilecek cezâyı şimdiden kabûl ediyor, adâletten zerre kadar şaşmamanı istiyorum.” dedi. Dargolular, Şeyh Şâmil gibi mübârek bir zâtın anasından böyle bir cevâbı bekledikleri için hiç şaşırmadılar.
Herkes pür dikkat, İmâm’ın vereceği karârı heyecanla bekliyordu. Ana ise; “Yâ Rabbî! Oğlum, merhamet duygusu sebebiyle doğru yoldan ayrılmasın” diye duâ ediyordu. Şeyh Şâmil nâibleriyle istişâre ederek netîceyi bildirdi: “Yüz sopa!..” Metânetle ortaya yürüyen ana, acabâ bu cezâya dayanabilecek miydi? Herkes bunu düşünürken, senelerce ünlü Rus generallerine diz çöktürmüş kahraman İmâm’ın, anasının yanına varıp diz çöktüğünü sonra da ellerine sarılıp öptüğünü gördüler. Anasıyla helâllaşan Şeyh Şâmil, Dargolular’a dönerek; “Anamın bu meselede, merhametinin çokluğu sebebiyle başkalarına şefâat etmesinden başka hiçbir hatâsı yoktur. Bu yaptığı hatânın cezâsını da mânevî olarak şu âna kadar çektiği ızdıraplarla ödemiştir. Maddî cezâyı da onun her şeyine vâris olan oğlu çekecektir.” buyurduğunda, herkes yerinde dona kaldı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Çünkü, İmâm’ın verdiği karardan döndüğü görülmemişti. Şeyh Şâmil, sopayı vuracak kimselerin yanlarına varıp, belden üst tarafını soyunduktan sonra; “Emri yerine getirmekte bir an bile tereddüd edip elleri titreyenlere yazıklar olsun! Bütün gücünüzle vurmanızı emrediyorum!” diyerek sırtını döndü. Vazifeliler ilk sopaları vurdukları zaman herkesin gözleri yuvalarından fırlamış, bağırmamak için kendilerini güç zaptetmişlerdi. Her sopa indikçe İmâm’ın mübârek vücûdunda derin izler meydana geliyor, sopa yerlerine kan oturuyordu. Aynı yere ikinci üçüncü sopalar isâbet ettiğinde de, oralardan kan fışkırıyordu. Şeyh Şâmil ise vazifelilerin önünde dimdik duruyor, en küçük bir inleme ve sopadan sakınmaya teşebbüs etmiyordu.Nefsin istemediği bu hareket ile pek güzel bir mücâhede hâsıl olup nefsi inliyor, bu sebeple rûhu yükselip, vilâyet makâmlarında üstün derecelere kavuşuyordu. Bu görülmemiş manzara karşısında, bâzı nâibler ileri atılarak sopanın kendilerine vurulmasını istemişlerse de, Şeyh Şâmil’in kararlı bakışlarından korkup geri çekilmişlerdi. Nihâyet yüz sopa vuruldu.Şeyh Şâmil vücûdundan sızan kanlara bakarak, Allahü teâlânın, kendisine verdiği metânet ve sabır için şükür secdesine kapandı. Sonra ayağa kalkıp ellerini açtı ve Rus zulmünden müslümanların muhâfazası için cenâb-ı Hakk’a duâ etti. Hâdiseyi ibretle seyreden halk, bir taraftan ağlayıp gözyaşları döküyor, bir taraftan da Allahü teâlânın, böyle adâletli mübârek bir zâtı başlarına imâm yaptığına şükrediyordu. Artık halk iyice şahlanmış, Ruslarla anlaşma yapmanın ne büyük bir tehlike olduğunu iyi anlamıştı. Onlarla mücâdele etmenin din ve vatan borcu olduğuna yakînen inanmışlardı. Şeyh Şâmil, anasının cezâlanmasına sebeb olanların kim olduğunu sordu. Herkes; “Kim?” diye birbirine bakarken, iki elçi huzûra geldi. Halk, onların üzerine yürümek istiyor, fakat edebe aykırı bir hareketten de çekiniyorlardı. İmâm onlara; “Köylerinize dönünüz. Sizi gönderenlere gördüklerinizi anlatınız. Dînimizi yıkmak isteyen İslâm düşmanlarına verilecek cevâbımız budur.” buyurdu.
Bundan sonraki günlerde Şeyh Şâmil, Kafkasya’ya musallat olan Rus ordularına sık sık baskınlar yaptı, akınlar düzenledi. Onları memleketlerinden çıkarmak için geceli gündüzlü çalıştı. Fırsat buldukça,Çar Birinci Nikola’yı can evinden vuruyor, hiç beklemediği yerlere saldırıyordu. Hiçbir devletten yardım görmeden, tam yirmi beş sene Ruslarla mücâdele ederek vatanını savundu.
Yeni Rus çarıİkinci Aleksandr başa geçtikten sonra, Şeyh Şâmil meselesini hâlledip Kafkasya’yı baştanbaşa fethetmek için, Prens Baryatinski kumandanlığında beş ordu hazırlattı. Bunlardan biri Şeyh Şâmil’in karargâhını, ikinci Lezgi, üçüncü Hazar Denizi civârını, dördüncü ve beşinci ordu da Çerkezistan’ı hedef aldı. Fakat asıl hedef Şeyh Şâmil idi. Îcâb ederse beş ordu birleşip hep birden hücum edebilecekti. Bu sebeple, birinci orduyu bizzat Başkumandan Prens Baryatinski idâre ediyordu. Onun ordusunda elli bine yakın seçme asker ve elli civârında ağır top mevcuttu. Bu muazzam kuvvete karşı, Şeyh Şâmil de beş bine yakın süvârisiyle Ruslarla çarpışmaya başladı. Uzun ve kanlı çarpışmalardan sonra, Şeyh Şâmil, Gunip Dağına çekildi. Bu dağda beş yüz kadar fedâisi ile bir buçuk ay süreyle koskoca ordu ile savaştı. Ellerinde atacak barutları, yiyecek bir şey kalmadı. Etrâfındaki yiğit askerlerinin dört yüz kadarı da şehîd olmuştu. Yiyecek yerine karınlarına taş bağlayarak düşmanla mücâdeleye devâm ediyorlardı. Başkomutan Baryatinski, Şeyh Şâmil’i canlı ele geçirmek istiyordu. Bu sebeple Şeyh Şâmil’e beyaz bayraklı elçiler göndererek teslim olmasını teklif etti. Şeyh Şâmil’in çocukları ve askerleri bu ümitsiz mücâdelede İmâm Şâmil’in de şehîd olacağını, sonunda Kafkas Türklerinin başsız kalacağını düşündüler. Şimdi bir anlaşma ile teslim olurlarsa, ilerde, Allahü teâlânın yaratacağı yeni imkânlara göre hareket edebileceklerini Şeyh Şâmil’e bildirdiler. Şeyh Şâmil, dîni, vatanı için canını seve seve vermeye hazırdı. Fakat, müslümanlara yardım etmek zâhiren sağ kalmakla mümkündü. Bu sebeple gelen elçilerle anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre; “Türklerin dinlerine karışılmayacak, onlardan asker alınmayacak, vergi toplanmayacak, Türkler iç işlerinde serbest bir devlet olup, idârecilerini kendileri seçecekler. Şeyh Şâmil, âile efrâdı ve mevcut kırk kadar askeri ile, silâhları dahî ellerinden alınmadan Türkiye’ye gidebilecekti.” 1859 senesinde yapılan bu anlaşmadan sonra silâhlar sustu. Başta Başkomutan Baryatinski, diğer generaller ve bütün Rus askerleri, yirmi beş senedir bir avuç fedâisi ile koskoca Rus ordularını perişân eden, akla havsalaya sığmayan menkıbeler sâhibi kahraman Şeyh Şâmil’i bir an önce yakından görmek istiyordu. Şeyh Şâmil, kendisine hayranlıkla bakan Rus askerlerinin aralarından geçerek, Başkomutan Baryatinski’nin çadırına gitti. Baryatinski, anlaşma şartlarının geçersiz olduğuna, kendisinin ve âile efrâdının Çar İkinci Aleksandr’ın esîri olup, misâfir muâmelesi yapılacağını bildirdi. Artık iş işten geçmişti. Sözünden dönen bu alçak Ruslara karşı yapılacak bir şey yoktu.
Çar kendisine bir konak ve hizmetçiler verdi. Şeyh Şâmil, Kaluga’da kaldığı on sene zarfında kendini kitaplara verdi. Ancak bu şekilde teselli bulabiliyordu. Artık oldukça yaşlanmış, esâret hayâtı onu iyice çökertmişti. Bir defâsında, ziyârete gelen Rus Çar’ına Hacca gitmek istediğini bildirdi. Rus Çar’ı bunu kabûl etti. Fakat oğullarının rehin olarak kalması gerektiğini söyledi. Bunu kabûl eden Şeyh Şâmil, 1870 senesinde İstanbul’a hareket etti.Bu haberi işiten İstanbullular heyecanla İmâm’ın gelmesini beklediler. SultanAbdülazîz Hân, sarayında hazırlıklar yaparak, senelerdir Ruslara kan kusturan İmâm Şâmil hazretlerini beklemeye başladı. Kafkasya’da, İslâmiyeti yok etmeğe uğraşan Ruslara karşı verdiği amansız mücâdeleyi iftihar gözyaşlarıyla tâkib eden müslüman Türk milleti, Şeyh Şâmil’e hayran idi. Onun esâretten kurtulup İstanbul’a geldiği gün, yer yerinden oynamış, halk sâhile dökülmüştü. Rus vapuru Dolmabahçe Sarayı önüne demirlediğinde, Sultan Abdülazîz’in saltanat kayıkları, İmâm Şâmil ve âile efrâdını saraya getirdiler. Abdülazîz Hân, onu sarayın kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; “Babam kabrinden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim” diyerek, çok iltifâtlarda bulundu. Sarayda hâl hatır sohbetleri arasında SultanAbdülazîz, her türlü emrine hazır olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Şeyh Şâmil; “Pâdişâhım! Hayâtımın şu son günlerini aşkıyla yandığım sevgili Peygamberimin huzûr-ı şerîflerinde geçirmek istiyorum. Bunun teminini zât-ı âlinizden istirham ediyorum” dedi. Bu arzuyu büyük bir îtinâ ile yerine getirmek için Rus sefirini saraya çağırttı. Durumu anlatıp, Çar’a bildirmesini emretti. Rus Çarı İkinci Aleksandr kabûl edip, Şeyh Şâmil’in Rusya’ya geri dönmemesini bildirdi. Buna ziyâde memnun olan Şeyh Şâmil, İstanbul’da kısa bir müddet kaldı. Başta Sultan Abdülazîz’in ve İstanbulluların gösterdiği yakın alâkaya, misâfirperverliğe hayran oldu. Bu kadar ilgiye rağmen bir an önce Hicaz’a gitmek istediğini pâdişâha bildirdi. Abdülazîz Hân onun için en mükemmel vapurunu hazırlatıp teşyî eyledi.
Vapurun her uğradığı yerde, halk görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şâmil’i karşılıyor, onun duâsını almak yarışına giriyorlardı.Mısır’a geldiklerinde, Hidiv İsmâil Paşa, onu şânına lâyık karşıladı. O sırada İsmâil Paşa’nın yanında,Cezâyir’i Fransız istilâsından kurtarmak için çok gayret gösteren büyük âlim, mücâhid, gâzî, Abdülkâdir Efendi de misâfir bulunuyordu. İki kahraman âlimin sohbetleriyle şereflenen İsmâil Paşa, onlarıKâhire’de bir ay kadar misâfir etmek bahtiyarlığına kavuştu. Sonra İskenderiyye’ye kadar giderek Cidde’ye uğurladı. Peygamberimizin ve Kâbe’nin hasretiyle yananŞeyh Şâmil’in heyecânı, oralara yaklaştıkça artıyordu. O sırada Mekke emîri olan Şerîf Abdullah da, Şeyh Şâmil’i çok seviyordu. Onu büyük bir îtibarla karşıladı. Hicaz’da, onun büyük bir âlim ve kahraman olduğunu işiten herkes, onu görmeye can atıyor, ilgi ve hürmet gösteriyordu.
Şeyh Şâmil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü O’nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı, sevgili, muhterem, mübârek Peygamberi, iki cihânın efendisi Muhammed aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne yollarına düştü. Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen sâniye daha da şiddetleniyordu. Medîne-i münevvere görünmeye başladığında oldukça heyecanlanan Şeyh Şâmil, toprağa kapanarak, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin şu şiirini terennüm etmeye başladı.
“Server-i âlem sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede olsam o güzel cemâlin ararım.
Kâbe kavseyn tahtının sultânı sen, ben hiçim.
Misâfirinim dememi saygısızlık sayarım.
Her şey cihânda senin şerefine yaratıldı,
Rahmetin bana da yağsa, o ân olur bahârım.
Acıyıp bir bakınca, ölü kalbler dirilttin,
Sonsuz merhametine, sığınıp, kapın çaldım.
İyilik kaynağısın dermanlar deryâsısın!
Bir damla lütfet bana, derde devâsız kaldım.
Herkes gelir Mekke’ye, Kâbe, Safâ, Merve’ye,
Ben ise senin için, dağlar tepeler aştım.
Saâdet tâcı giydirildi, rüyâda başıma,
Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanarım.
Ey Câmî hazretleri, sevgilimin bülbülü!
Şiirlerin arasından, şu beyti seçtim aldım:
“Dili aşağı sarkık, uyuz köpekler gibi,
Bir damlacık umarak, ihsân deryâna vardım.”
Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmaya geldim!
Çok kabahatler işledim, sana yalvarmaya geldim!
Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim.
Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların cânı!
Uygun olur mu söylemek, cânımı fedâya geldim.
Derdlilere tabîbsin, ben ise gönül hastası,
Kalb yarama devâ için, kapını çalmağa geldim.
Cömerdlerin kapısına, bir şey götürmek hatâdır.
Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeğe geldim.
Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükden ve siyâhlıkdan, tamâm kurtulmağa geldim.
Temizler elbet hepsini, ihsân deryândan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim.
Kapına yüz sürebilsem, ey cânımdan azîz cânân
Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan.”
Peygamber efendimize olan aşkının çokluğundan ve O’na kavuşmanın heyecânından dolayı gözünden sel gibi gözyaşı akıtan Şeyh Şâmil, Resûlullah’ın huzûr-ı şerîflerine geldi. Başta Medîne muhâfızı Hâfız Paşa, seyyidler, dünyânın dört bucağından gelmiş hacılar, onu heyecanla tâkib ediyordu. Kabr-i saâdetlerinin kıble tarafına geçip, mübârek ayak uçlarından Resûlullah’a, gönlünün en derin köşelerinden coşup gelen vecd ile:
“Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah!
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah!”
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Seyyidel evvelîne vel-âhirîn!” diyerek selâm verince, Resûlullah’ın, selâmına mukâbelesi ile şereflendi. Orada bulunanların şâhid olduğu bu hâdiseden sonra Şeyh Şâmil, uzun müddet duâ edip gözyaşı dökerek hasretini giderdi, gönlündeki fırtınaları dindirdi.
Şeyh Şâmil, Medîne-i münevvereye geldiğinde hastalandı. Kısa süren bu hastalığında âile efrâdı, berâberinde gelip kendisine hizmet edenlerle ve ziyâretine gelenlerle vedâlaştı. Sultan Abdülazîz’e, Rus Çarı’nda rehin bıraktığı çocuklarının kurtarılmasını, Devlet-i aliyye-i Osmâniye’de vazife verilmesini bildiren bir mektup yazdırdı. Sonra başında okunan Kur’ân-ı kerîm tilâvetleri arasında, 1870 (H.1287) senesi Zilka’de ayının yirmi beşinci gününde Kelime-i şehâdet söyleyerek vefât edip, sevdiklerine kavuştu. Cennet-ül-Bakî’ Kabristanı’na defnedildi.
1) Şems-üş-Şümûs; s.137
2) Gazevât-ı Şeyh Şâmil
3) Âsâr-ı Dağıstân; s.194
Yetim Emin (İtim emin)
Yetim Emin: 1838–1886 Lezgi.
Lezgilerin klasik ozanı Yetim Emin eski Kyuri Hanlığının SİLİNG köyünde doğdu. Babası ilim sahibi ve okur yazardı, oğluna da öğretti okuma-yazmayı ve dini bilgileri. Yetim Emin’in gençliği, babasının kadılıkta görev yaptığı Yaldcuk köyünde geçti. Babası onu medreseye okumaya ve ilim tahsil etmeye gönderdi. Fakat Yetim Emin, küçük yaştan beri şiire meraklıydı, medresede okurken bile şarkı-türkü besteledi. Emin’in mahareti, aradan yıllar geçtikçe ilerliyordu. Şairin parlak fikirleri ve olağanüstü yetenekleri sayesinde o zamanın ahvali-halin, şiirlerinden de anlaşılmaktadır.
Yetim Emin, sevdiği hakkında söylediği şiirlerle başlamıştı şairliğe. Daha sonra bestelerini zalim Han’lar, zenginler ve mollalar hakkında, onları yeren hicveden şiirler yazmaya başladı. Memleketin ahvalini yazmaya ömrünün yetmeyeceğini dile getiren Emin, haksızlığa tahammül etmezdi, fakir halka acır ve onların çektiklerini dile getirerek, uğradıkları zulümlere ve haksızlığa tercüman olurdu.
Ağır hastalandığında eşinin-dostunun kendisini terk ettiğinde, bu nankör halk için kendini ateşe atarak yazdıklarına, pişmanlık içeren öfke dolu şiirler yazmıştı. Kendisine “Yetim” diye isim bırakan Emin’in şiirleri, sağlığında da bütün Dağıstan’da meşhurdu. Herkes gibi ezbere bilinen bu şiirler, yazılmış vaziyetteydi.
Halk bu şiirleri ilahi gibi okur , çocuklarına da öğretirlerdi.
Yetim emin (itim emin)
Yetim Emin: 1838–1886 Lezgi.
Lezgilerin klasik ozanı Yetim Emin eski Kyuri Hanlığının SİLİNG köyünde doğdu. Babası ilim sahibi ve okuryazardı, oğluna da öğretti okuma-yazmayı ve dini bilgileri. Yetim Emin’in gençliği, babasının kadılıkta görev yaptığı Yaldcuk köyünde geçti. Babası onu medreseye okumaya ve ilim tahsil etmeye gönderdi. Fakat Yetim Emin, küçük yaştan beri şiire meraklıydı, medresede okurken bile şarkı-türkü besteledi. Emin’in mahareti, aradan yıllar geçtikçe ilerliyordu. Şairin parlak fikirleri ve olağanüstü yetenekleri sayesinde o zamanın ahvali-halin, şiirlerinden de anlaşılmaktadır.
Yetim Emin, sevdiği hakkında söylediği şiirlerle başlamıştı şairliğe. Daha sonra bestelerini zalim Han’lar, zenginler ve mollalar hakkında, onları yeren hicveden şiirler yazmaya başladı. Memleketin ahvalini yazmaya ömrünün yetmeyeceğini dile getiren Emin, haksızlığa tahammül etmezdi, fakir halka acır ve onların çektiklerini dile getirerek, uğradıkları zulümlere ve haksızlığa tercüman olurdu.
Ağır hastalandığında eşinin-dostunun kendisini terk ettiğinde, bu nankör halk için kendini ateşe atarak yazdıklarına, pişmanlık içeren öfke dolu şiirler yazmıştı. Kendisine “Yetim” diye isim bırakan Emin’in şiirleri, sağlığında da bütün Dağıstan’da meşhurdu. Herkes gibi ezbere bilinen bu şiirler, yazılmış vaziyetteydi.
Lezgi chalaldi videoyar
Lezgi chalaldi videoyar
sad 1-kamila memedova
sad 2-kamila memedova
sad 1-kamila memedova
Lezgice Konuşmak İçin
LEZGİCE PRATİK KONUŞMA KILAVUZU
Türkçe/Lezgice
Hazırlayan: Vacip Güven
Tanışma:
taniştırmişarun
Adın ne?
Vi t’ar vuçy
Benim adım…………….dır.
Zi t’ar murat yı
Sizi tanıştırayım
Kü tanıştırmişarin
Kızım………………..
Zi ruş
Oğlum………………
Zi gada
Eşim,…………………
Zi P’ab
Dostumu size takdim edeyim
Zi xuanaxa küez c’iriny
Biz tanışıyoruz
Çaz sadazsad Ch’iz
Nasılsınız?
Hig’av
Teşekkür ederim iyiyim. Siz nasılsınız?
Allah rezi huy,kü hig’av
Nerelisiniz?
Kü (vu) hinayi?
Nereden geliyorsunuz?
Kü hina g’uezy
Ne iş yapıyorsunuz?
Vuç gualax eyiz?
Ben doktorum/mühendisim/öğretmenim
Zu duxturyi /zu muhendisyi/zu muallimyi
Tanıştığımıza çok memnun oldum
vu ch’irxuniz gızzaf şad khan
Ben de tanıştığımıza çok memnun oldum
Zazni vu ch’irxuniz gızzaf şad khan
Bay
itim
Bayan (evli)
dishehli, , p:ab ,qari
Bayan (Bekar)
dishehli
Arkadaş
xuanaxua
Alış-Veriş: Qaçu-gunn (Alver)
– Merhaba, Hoş geldiniz,
Salamun alaykum,vu hoş at’an. (Hashgeldi)
– Hoş bulduk.. Buyurun..
Alaykum salam, ilifa (buyurun)
– …………………… var mı?
….. avazan ?
– Evet, var.
ehh, uunn, avaz
– Hayır, yok.
Va , avaçh
SIFATLAR:
Acı X Tatlı
Kuzv x Şiriny
Açık X Kapalı
Ak’ay x AkIaln
Boş X Dolu
pich’iy (Bush) x ac’anv
Büyük X Küçük
Ç’exi x ğhüç’i
Ekşi X Tatlı
Tük’ül x verc’i
Pahalı X Ucuz
Masany x ucuz
Sıcak X Soğuk
C’imi x meq’i
Yeni X Eski
Ts’iyi x iski (kühne)
Zor X Kolay
Aghur ,zory x kolay, asant, q’ezil
Güzel X Kötü
İyyer x pis
Taze X Bayat
Taza x bayat
Tuz x Tuzsuz
K’el x shit
Ne kadar? = Kaç lira?
Hik’an = şumud manatyi (kizilyi)?
– Merhaba Su var mı?
Salamalaykum, yad avazan
– Evet, var. Su soğuk mu?
Uun, avaz . yad q’anvan? (qeyi ya?)
– Evet, soğuk.
– Uun, qeyi.
– Hoş geldiniz.
– Hoş at’an. (Hashgeldi).
– Sigara var mı?
– Baprus avazan?
– Hayır, yok.
– Vaa’. avaçh
– Buyurun
Şa, İlifa (veya Buyrun)
– Ne kadar?
hiqany
– 50 lira
Yaxts’ur ni s’ud manatyi.
– Teşekkürler.
Allah rezi huy
– Su var mı?
Yad avazan?
– Evet, var.
Oun avaz
– İyi günler.
İyyer q’ar
Renkler
Beyaz
Lats’u
Kırmızı
yaru
Mavi
vili
Sarı
Q’ipi
Siyah
Ch’ulav
Yeşil
Qats’u
Koyu
eqi
Açık
aqa
Hava Nasıl?
Yuğ hikay
Bulutlu
Sifer ava.
Yağmurlu
Marf ğuazv
Sıcak
çimiy
Soğuk
Meqi
Ilık
kürügümyi
Hoş
kısany
Açık
aqay
Kapalı
Akalxanv
Kuru
quranv
Rüzgar
Qav,gar av
Güzel
iyyery
Az
timmil
Çok
Gızzaf, lap, para
Biraz
timmilkuan
Hiç
hiç
Yer:
Çıka’
Nerede?
hinav
Evde
qüeleva
Odada
Odadava (Utaxda)
Istanbul’da
istanbulda
Sokakta
Küçeda
Otobüste
avtobüstdav
Almanya’da
almanyadav
Sayılar
numarayar
Bir
sad
İki
qüed
Üç
pud
Dört
qud
Beş
Vad
Altı
Rugud
Yedi
irid
Sekiz
Müşüd
Dokuz
K’üd
On
S’ud
On bir
S’usad
On iki
S’uqüed
On üç
S’up’ud
On dört
S’uq’ud
On beş
S’uvad
On altı
S’urugud
On yedi
S’uirid
On sekiz
S’umüşüd
On dokuz
S’uk’üd
Yirmi
qad
Yirmi bir
qadnisad
Yirmi iki
qadniqüed
Otuz
qadniS’ud
Kırk
Yaxs’ur
Elli
Yaxs’urnis’ud
Altmış
P’udqad
Yetmiş
P’udqadnis’ud
Seksen
Q’udqad
Doksan
Q’udqads’ud
Yüz
viş
Yüz bir
vişnisad
Yüz iki
Vişniq’üed
Yüz on
Vişnis’ud
İki yüz
qüeviş
Üç yüz
P’udviş
Dokuz yüz
K’üdviş
Bin
azur
Beş bin
Vadazur
On bin
S’udazur
Yüz bin
vişazur
Bir milyon
Sa milyun.
Saat kaçta?
Saat şumuda
Saat kaç?
Saat şumudy
Yarım
zuryi
Buçuk
zury
Tam
tam
Geçiyor
alatz
Var
amazv
Kala
Amuk’nv
Yemek saat kaçta?
Fut’ün saat şumuday
Toplantı yedide.
Q’uat h’unn iriday
Ders saat kaçta?
Dars saat şumudaya
Ders onbirde.
Dars saat c’usaday
ÖRNEK CÜMLELER
Misal gafar
Ben iyiyim hastayım boşum üzgünüm (y) –im
Zu kısany niçay boş başmany
Sen iyisin rahatsın hazırsın yorgunsun –sın
Vu kısany rahaty hazuryan galatxanv
O emin (dir) meşgul rahatsız akıllı -dir
Hama eminy meşgul rahatsuz akulluy
Biz iyiyiz memnunuz boşuz hastayız (y)-yız
Çu kısanz xoşnuty boşy niçay
Siz iyisiniz boşsunuz akıllısınız rahatsınız –sınız
Kü kısay boşy akulluy rahaty
Onlar iyi(ler) yorgun(lar) emin(ler) hazır(lar) –lar
Habur kısanary galatkxanv
İyiyim
Zu kısanz
İyisin
kısanya
İyi
kısany
İyiyiz
Çu kısanz
İyisiniz
Kü kısany
İyiler
Habur kısany
Soru şekli
Ben iyi miyim hasta mısın boş musun üzgün müsün mıyım?
Zu kısanyan niçayan boşyan başmanyan
Sen iyi misin hasta mısın hazır mısın akıllı mısın mısın?
vu kısanyan niçayan boşyan başmanyan
O iyi mi rahatsız mı yorgun mu hazır mı mi(dır)?
atama kısanyan niçayan galaykhanvan hazuryan
Biz iyi miyiz memnun muyuz boş muyuz hasta mıyız mıyız?
çu kısanyan memnunyan boşyan niçayan
Siz iyi misiniz üzgün müsünüz boş musunuz hasta mısınız mısınız?
kü kısanyan başmanyan boşyan niçayan
Onlar iyi(ler) mi rahatsız(lar) mı akıllı(lar mı boş(lar) mı (ler) mi?
habur kısanyan niçayan akulluyan boşyan
Olumsuz Cümleler
T’uş
Zu T’uş …………değilim.
Vu T’uş …………değilsin.
T’uş …………değil.
Çu T’uş …………değiliz.
Habur T’uş …………değilsiniz.
At’aburni T’uş …………değil(ler).
Değil mi
T’uşni
Zu T’uşni …………..değil miyim?
Vu T’uşni …………..değil misin?
T’uşni …………..değil mi?
Çu T’uşni …………..değil miyiz?
Habur T’uşni …………..değil misin?
At’aburni T’uşni …………..değil(ler) mi?
Nasıl
hikay
Şimdi
gila
Bugün
Q’e
Yarın
P’ak’a
Dün
Na’g
Bazen
bazen
Biraz
timmil
Bazı (günler)
Bazı k’ar
Sık sık
hep
Hep
Her zaman
hammişa
Her gün
Har q’uz
Sen bugün okulda mısın?
Vu q’e mektebdavan?
Siz öğrenci misiniz?
Vu talebeya
Siz yarın meşgul müsünüz?
Küez baq’a kualax avazan
Siz şimdi işte misiniz?
Gila vu kualax avazan
Sen çalışkan mısın?
Vu çalışkhanyan
Sen tembel misin?
Vu kahulyan?
Sen yarın boş musun?
Vu p’ak’a buş yan
Siz her gün okulda mısınız?
Vu har g’uz mektepdavan
Sen Türk müsün?
Vu türkyan?
Siz rahat mısınız?
Kü rahatyan?
Sen deli misin?
Vu dilidyani? (Kimiya)
Fiiller
Bakmak
K’iligun
Durmak
Aq’azun
Dinlemek
yabgun
Çalışmak
Q’ualax avun
Gelmek
At’un
Gitmek
K’ifin
Görmek
Aq’un
Gülmek
Kqürün
İçmek
Q’unn
Yemek
T’ünn
Kızmak
Q’el at’un
Konuşmak
raxun
Okumak
k’elun
Oturmak
As’uqun
Sormak
cuzun
Uyumak
kusun
Yapmak
avun
Yazmak
kxhin
Yaşamak
yaşamişxun
Oynamak
Q’uğun
Gezmek
G’üeg’ün
Öğrenmek
C’irkxun
Kullanmak
işlemishun
Sevmek
Mühübbat avun, (K’ankxun, Q’anival iyiz)
İstemek
K’ankxun, Q’anzı
İzlemek
izlemişun
Çıkmak
equçun
Söylemek
luhun
Beklemek
Beklemişun (aquaz)
Seyretmek
kiligun
Yemek
Tü’n
Anlamak
ghavurda hatun, ğavurda akun.
Bilmek
Ç’irxun
Başlamak
gatunun
Giyinmek
Aluk’un
Etmek
avun
Anlatmak
Raxun, Aq’ağun
Pişirmek
churun
Almak
qachun
Vermek
gun
Bitmek
kütaxhqu
Bulmak
cağurun
Buluşmak
Cağun,sanal at’un
Taşımak
T’uxun
Yıkamak
çüxün
Yollamak
dugurun
Ağlamak
şexun
Özlemek
Rik’e aqatun
İlgilenmek
Alaqa qalurin
Sıkılmak
Rig’ aqatun
Hoşlanmak
Hoşuniz finn
Bayılmak
Vuçviçela alatun
Bileşik Fiiller
Dans etmek
K’üler avun
Ders çalışmak
Ders avun
Nefret etmek
K’el atun
Sigara içmek
Baprus c’uğun
Televizyon seyretmek
Televizyondiz kiligun
Şarkı söylemek
Maniyar luhun
Telefon etmek
Telefondaldi aramişun (telefun zeng iyiz)
Yemek yemek
Fu tün
Yemek yapmak
Yemek avun
Masal anlatmak
Maxar ak’agun
Hikaye anlatmak
Maxar ak’agun
Alış veriş yapmak
Qçun gun
Okula/İşe gitmek
Mektebdiz/kualaxiz fin
Türkçe öğrenmek
Türk chal cirxun
Ödev yapmak
Ders avun
Rapor yazmak
Not k’un
ŞİMDİKİ ZAMAN
Ben geliyorum gülüyorum oturuyorum kalıyorum
Zu quez kürez as’ukz aqaz
Sen geliyorsun gülüyorsun oturuyosun kalıyoruz
vu
O geliyor gülüyor oturuyor kalıyor
At’ama
Biz geliyoruz gülüyoruz oturuyoruz kalıyoruz
çu
Siz geliyorsunuz gülüyorsunuz oturuyorsunuz kalıyorsunuz
kü
Onlar geliyorlar gülüyorlar oturuyorlar kalıyorlar
Habur,atabur
Geliyor
kuez
Gidiyor
Fiz
Bakıyor
Kiligz
İçiyor
Quazy
Görüyor
akuazy
Gülüyor
qürezy
Duruyor
aquay
Oturuyor
As’ukz
Yapıyor
İyiz,eyiz
Uyuyor
kusuz
Televizyon seyrediyor
“””” diz kiligz
Konuşuyor
raxaz
Yemek yapıyor
Fu nezy
Anlıyor
anlamışjez
Ağlıyor
şehz
Başlıyor
gatunz
Bekliyor
beklemişz
Dinliyor
Yabguz
İstiyor
Qıanz
Oynuyor
quğazv
Özlüyor
Rik’e aqatz
Şarkı söylüyor
Maniyar luhuz
Yakışıyor
tüküz
Yıkıyor
çikiz
Yolluyor
dugurz
Biliyor
Çizz
Çalışıyor
Kualax eyiz
Geliyor
kuezy
Veriyor
guz
Yıkıyor
çukurz
Söylüyor
luhuz
Bekliyor
beklemişz
İçiyor
Quazy
Oturuyor
As’ukz
ŞİMDİKİ ZAMAN OLUMSUZ
Ben bilmiyorum duymuyorum
Zaz çizaç van jezaç
Sen bilmiyorsun duymuyorsun
Vaz çizaç van jezaç
O bilmiyor duymuyor
Hadaz çizaç van jezaç
Biz bilmiyoruz duymuyoruz
Çaz çizaç van jezaç
Siz bilmiyorsunuz duymuyorsunuz
Küez çizaç van jezaç
Onlar bilmiyor duymuyorlar
Habiriz çizaç van jezaç
Sen Türkçe biliyor musun?
Vaz türk çhal çizan
Ben Türkçe öğretiyor muyum?
Za türk çhal cirzan
O savaşı seviyor mu?
Hadaz davediz kıanza
Biz sigara içiyor muyuz?
Çına baprus çugaza
Onlar dans ediyorlar mı?
Habiri küler eyizan
Sen Rusça anlamıyor musun?
Na rusçal fahum eyizan
Sen politikayla ilgilenmiyor musun?
Vi politikadixgalaz alaqa avazan
Öğrencilerin seni dinlemiyorlar mı?
Talebeyrii vaz yab guzaçni?
Biz uyuyor muyuz?
Çu kusuzani
Nerede çalışıyorsun?
Hina kualax eyiza
Hangi okula gidiyorsun?
Hi mektebdiz fiza
Okula neyle geliyorsun?
Mektebdiz küellaz güeza
Sen nerede oturuyorsun?
Vu hina acukz
Geceleri kaçta yatıyorsun?
Yifiz şumuda kusuz
Yazları nereye gidiyorsun?
Gatuz hiniz fiza
Sabahları kaçta kalkıyorsun?
Pakamax şumuda karaz
Öğleleri nerede yemek yiyorsun?
Nisiniz hina fu nez
Okulda neler yapıyorsun?
Mektebda vuçar eyiza
Her akşam televizyon izliyor musun?
Har naniz televizyondiz kiligzan
Bugünlerde çok yorgun musun?
İ kara gızzaf galatjezan(galatkhanvan)
Her gün işe gidiyor musun?
Har ğuz kualaxiz fizan
Her gün gazete okuyor musun?
Har ğuz gazeta kielzan
Sık sık kütüphaneye gidiyor musun?
Hep kitabhanediz fizan
Her öğlen yemek yiyor musun?
Har nisiniz fu nezan
Senin araban ne renk?
Vi arabadi rang vuçy
Sizin eviniz nerede?
Kü kual hinav
Senin kalemin nerede?
Vi kalem hinav
Senin gözlerin ne renk?
Vi vilerin rang vuçy,(vi viler hi rangy)
Sizin soyadınız ne?
Vi xizandi tar vuçy
Senin dersin kaçta?
Vi ders şumuday
Senin okulun nerede?
Vi mekteb hinav
Benim Ailem
Zi xizan
Abla
bax
Ağabey (abi)
Sıtxa,dax
Amca
dax
Anne
Ana
Anneanne
dide
Arkadaş
H’anah’a
Baba
Buba,dax
Babaanne
dide
Büyükanne
dide
Büyükbaba
buba
Dayı
xalu
Dede
buba
Enişte
yezne
Erkek arkadaş
xanaha
Erkek kardeş
sıtxa
Eş
Yuldaş,
Koca:Ğül
Hanım (eş); pab
Hala
Eme
Kardeş
Bax, vax, sıtxa
Kız
ruş
Kız kardeş
Bax, vax
Oğlan
gada
Tanıdık
Ç’izadi
Teyze
xala
Yeğen
Xut’ul
Yenge
sas
SORULAR
Ne
vuç
Kim
vucy
Kimle
Nih’galaz
Nereye
hiniz
Nerede
hina
Nasıl
Hik’a
Neyle
G’uaxgalaz
Ne zaman
mus
Benim midem yanıyor.
Zi rufun kguz
Benim başım ağrıyor.
Zi q’il t’az
Benim biraz canım sıkılıyor.
Zi rikh aqatz
Karnım ağrıyor.
Zi rufun t’az
Benim kulağım çınlıyor.
Zi yab çınlamişjez
Gözlerim yanıyor.
Zi viler g’uz
Benim midem bulanıyor.
Zi rufun elküzava
Ön – Arka
Vilik -q’ulux
Üst – Alt
Vinel- g’enikh
İç – Dış
G’ene -g’ec’el
Sağ – Sol
Erç’i-çapla
Yan – Kenar
Pad-kqerex
Orta – Karşı
Yukh-gqarşi
Kuzey – Güney
Kefer- q’ible
Doğu – Batı
Rağakuçza pad- Rağekiza pad
Ara – Etraf
Ara-kerex
Baş – Son
K’il – güanipad
YERLER
çıkayar
Evin önü
Küelin vilikh
Kapının arkası
Rikg’inin quluxpad
Ağacın altı
T’arc’in k’an
Masanın üstü
Masadin vinelpad
Denizin dibi
Hülün kıan
Odanın dışı
Küelin gec’elpad
Çantanın içi
Çantadin g’enepad
Okulun ilerisi
Mehtepdin atapad
Ağacın gerisi
T’arc’in quluxpad
Dükkanın sağı
Dükendin erçipad
Kahvenin solu
Kahvedin çaplapad
Pencerenin yanı
Dagqardin pad
Yolun kenarı
Rekhin gerex
Türkiye’nin kuzeyi
Turkiyadi n keferda
Amerika’nın güneyi
Amerika’din q’ible
Evle okulun arası
Küelini mektebdin arada
Gölün etrafı
Hülün g’erexda
Dersin başı
Darsdin kilix
Filmin sonu
Filimdin kuluxqil
Evin karşısı
Küelin karşidal
Bugün ayın kaçı?
Kıe vac’ran şumudya
Türkçe zor mu?
Türk chal zoryan
Karadeniz nerede?
Karadeniz hinav
Saat kaç?
Saat şumudy
Bugün hava nasıl?
Kıe chav hikay
Okula nereden geliyorsun?
Mektebdiz hina quezy
Yarın ayın kaçı?
Paka vacran şumudy
“Kim” ne demek?
Vuc vuç lahagafy
Bugün günlerden ne?
Kıe hi yuğy
Amerikan bayrağı ne renk?
Amerikadin bayrax hi rangyi
Türkçe dersi saat kaçta?
Türkchal quarqulag şumuday
Senin sağında kim oturuyor?
Vi erchi pada vuc acukzu
Senin karşında kim var?
Vi karşidal vuc ala
Her gün okula geliyor musun?
Harkuz mektebdiz kuezan
Ben Sen O Biz Onlar
Zu vu hama çu habur,atabur
Bana Sana Ona Bize Onlara
Zaz vaz hadaz çaz habiriz
Bende Sende Onda Bizde Onlarda
Zagni vagni hadagni çagni habirigni
Benden Senden Ondan Bizden Onlardan
Zala vala habirla çala habirla
Benim Senin Onun Bizim Onların
Zi vi hada çi habirin
Benimle Seninle Onunla Bizimle Onlarla
Zaxni vaxni hadaxni çaxni habirixni
Bölge
Rayun
Şehir
şeher
İl
şeher
Köy
xür
Geçmiş Zaman, Past Tense
Almak aldı almadı
Qaçun qaçun qaçunaçh
Aramak aradı aramadı
Çağurn cağurn cağurnaçh
Bitmek bitti bitmedi
Kütahkhun Kütahkhan Kütahkhanaç
İçmek içti içmedi
Quan quan quanaçh
Başlamak başladı başlamadı
Gatuny gatuny gatunaçh
Çalışmak çalıştı çalışmadı
k’valaxavun k’valaxavun k’valaxavunaç
Gelmek geldi gelmedi
At’un at’an at’anaç
Görmek gördü görmedi
Ak’un Ak’unv Ak’unaç
Gülmek güldü gülmedi
Küren küren kürenaç
Kızmak kızdı kızmadı
Kelat’an Kelat’an Kelat’anaç
Okumak okudu okumadı
K’eln K’eln K’elnaç
Vermek verdi vermedi
Gan gan ganaç
Yapmak yaptı yapmadı
Avun avun avunaç
Anlamak
ghavurda aq’un
Acıkmak
gişinkhun
Korkmak
Kiçekhun
Seyretmek
kiligun
Sormak
cuzun
Okumak
K’elun
Beğenmek
bigelmişkhun
Geçen hafta ödevimi yapmayı unuttum.
Alata hafte dars avun rik’ela aludn (alatnva)
Arabayı almayı unuttum.
Araba (maşin) qaçuz rik’ela alatn
Sana söylemeyi unuttum.
Vaz luhuz rik’ela alatn
Affedersin, seni aramayı unuttum.
Kusurdiz kiligmir vu aramişun rik’ela alatn
Filmi izlemeyi unuttum.
Filimdiz kiligiz rik’ela alatn
Kediyi beslemeyi unuttum.
K’eçiz kiligiz rik’ela alatn
Sormayı unuttum,
Cuzaz rik’ela alatn
Kapıyı kapamayı unuttum.
Rikin akulun rik’ela alatn
Okula gittin mi?
Mektebdiz fena
Michelle ders çalıştı mı?
….. dars avuna
Fatima televizyon seyretti mi?
….televizyondiz (qalurgandiz) kiligna
Kamil gazete okudu mu?
…. Gazeta k’elna
Mahamed Ankara’ya gitti mi?
……ankaradiz fena
Hatica derse geldi mi?
….darsuniz atana
Hocayı ne zaman gördün?
Xaca mus agkun
Ödevini ne zaman bitirdin?
Dars mus kütahn
Yemeği ne zaman yediniz?
Fu mus tün
Arkadaşınız ne zaman gitti?
Xanaxa mus kifen
Ecehan’ı ne zaman gördün?
….mus akun
Biz Türkçe’ye ne zaman başladık?
Çu türkçadiz mus qatun
Derbent’e ne zaman geldiniz?
…. Diz mus atan
Onlar ne zaman trene bindiler?
Habur trendiz mus akqaxn
İstanbul’a ne zaman gittin?
İstanbukdiz mus fen
Sen hiç tavla oynadın mı?
Vu hiç tavla kuğana
Sen hiç kahve içtin mi?
Na hiç kahve kuana
Siz hiç resim yaptınız mı?
Na hiç resim avuna
Ayşat bugün hasta değildi
….. k’e niçaa duşir
Bugün hava güzeldi.
K’e hava iyyerdir
Sırada kitap vardı.
Masadal kitab ala
Televizyonda film yoktu.
Televizyonda film avaçir
Bizim dersimiz vardı.
Çi dars avaza
Arkadaşımın boş zamanı vardı.
Xanaxadin boş vaxit avaza
Dün hava nasıldı?
Nakh hava hikadir
Maç ne zamandı?
Maç musdir
Dün gelen kimdi?
Nakh atadi vucdir
Dersin saat kaçtaydı?
Vidars şumudad’ir
Dün akşam yemekte ne vardı?
Naniz sofradal vuçar ava
Yemek nasıldı?
T’ünar hikadir
Sınav nasıldı?
imtihan hikadir
Sezgi hasta mıydı?
….niçadirni
Film komik miydi?
Film hoşdirni
Yemek lezzetli miydi?
Tün şirindirni
Hava yağmurlu muydu?
Marf kuazani
Mehmet sizin öğretmeniniz miydi?
Mahamed kü haca duşirni
Ağaç evin önünde miydi?
D’ar kuelin vilikh kuaçirni
Muharrem dün evde miydi?
Maharam nakh kuele avaçirni
Seyyit dün akşam üzgün müydü?
Seyid nak naniz başman duşirni
Market açık mıydı?
Düken akadirni
Dün ders var mıydı?
Nakh dars vazani
Dün evde kimse var mıydı?
Nakh kuele kash avazani
Geçen hafta sınav yok muydu?
Alata hafta imtihan avaçirni
Dün çok işin var mıydı?
Nakh gızzaf kualax avani
Bir şikayetin yok muydu?
Sa şikayat avaçirni
EMİR KİPİ
Sen konuşma söyleme dinleme yapma
Vu raxamir luhumir yabgumir eyimir
Siz konuşmayın(ız) söylemeyin(iz) dinlemeyin(iz) yapmayın(ız)
Vu raxamir luhumir yabgumir eyimir
Aldırma!
akalmir
Üzülme!
yazux atun
Yapma!
avun
Saçmalama!
kakadarun
Sorma!
cuzun
Çok uzatma!
yarğivun
Dalga geçme!
Ğalatar avun
Canımı sıkma!
Can akudmir
Ukalalık etme!
Kimival eyimir
Üstünde durma!
Vinel akuazmir
Deli olma!
Dili jemir
Çok konuşma!
Gızzaf raxamir
Beni kızdırmayın!
Zakh kıel kutamir
Allah razı olsun
Allah razi khuy
Allah Kahretsin
Allahdi kahir avura
Allah Göstermesin
Allahdi kularduraa
Allah Korusun
Allahdi korumişra
Allah Esirgesin
Allahdi rahimra
Allah rahatlık versin
Allahdi rahatval gura
Allah mesut etsin
Allahdi kü şadara
Allah şifasını versin
Allahdi kısanvalgura
GELECEK ZAMAN
Gideceğim
Zu fid
Gideceksin
Vu fid
Gidecek
Ham Fid
Gideceğiz
Çu fid
Gideceksiniz
Çu fid
Gidecekler
habur fid
Gitmeyeceğim
Zu fidaçh
Gitmeyeceksin
Vu fimir
Gitmeyecek
fidaçh
Gitmeyeceğiz
Çu fidavalduş
Gitmeyeceksiniz
Kü fimir
Gitmeyecekler
Habur fidavalduş
Yarın nereye gideceksiniz?
paka kü hiniz fiz
Öbür gün nerde olacaksınız?
Müküguz kü hina jed
Bu akşam kaçta yemek yiyeceksin?
Kıe naniz şumuda fu ned
Sabah kaçta kalkacaklar?
Pakamax şumuda karad
Salı kiminle konuşacak?
Salıguz nixgalaz raxad
Kim gelecek?
Vuc gueda
Ne zaman geleceksin?
Mus gueda
Nasıl giyineceksin?
Vuçar alukd
Daha oturacak mıyız?
Hala acukzan
Kimlere gideceğiz?
Nizgalaz fidavaly
Bugun ne okuyacağız?
G’e vuç kı’eld
Onlar ne yiyecekler, peki?
Habiri vuç nedavaly
Sen nasıl olacaksın?
Vu hk’ jedavaly
Gelecek ay makinayı alacak mıyız?
At’aa vac’ra makine qaçuda ni?
Kavga mı edeceğiz, şimdi?
Gila kikidani?
Bu aksam kitap okuyacak mısın bana?
G’enaniz zaz kitab kgelda?
Tekrar hikaye anlatacak mısınız?
Gena maxar aqadan
Bazı Kelimeler
Adam
itim
Ağaç
tar
Ahçı-Aşçı
Aşçı
Amma, fakat
ama
Aptal
kimidi
Araba
araba
Arkadaş
xanaxa
At
balkan
Ateş
Ts’a
Ayak
kuaçh
Bahçe
sal
Bu
ima
Bugün
kge
Bunlar
ibur
Çalışkan
Gızzaf k’valax eyidadi
Çalışma
k’valax avun
Çiçek
S’üg
Çocuk
Ayal
Defter
daftar
Değil
tuş
Deli
kimidi
Deniz
hül
Ders
dars
Dikkat
dikkat
Dil
mez
Doğru
Duğru
Doktor
Duxtor
Dost
Xanaxa, dust
Duvar
S’al
Dün
naq
Ekmek
fu
El
ğil
Elma
iç
Eşek
lam
Ev
kual
Evet
Uun, eh.
Gazeteci
Jurnalist
Gül
Kizilgün, gül.
Gün
Yuğ
Güneş
rağ
Hava
C’av (havaa)
Hayat
Ümür
Hayır
Haxir (va)
Hayvan
heyvan
Hemşire
Wax,bax
Heyecanlı
Diri,cihil
İnsan
İnsan
İşçi
k’valaxikas
Kadın
dişehli
Kağıt
çar
Kahve
Qahva
Kalem
qalam
Kalp
riq
Kapı
riqin
Kardeş
Sıtxa,wax
Kedi
katz
Kısaca
gürüxiz
Kim
vucy
Kitap
kitab
Köprü
müğ
Kulak
Yab
Kuş
nükh
Kütüphane
kitabhane
Masa
masa
Meyva
Yamişar, mive.
Mide
Rufun
Baş
qil
Mühendis
Mühendis, enjiner.
Nasıl
hika
Ne
vuç
Ne renk
hirangy
Nerede
hinav
O
hama
Onlar
habur
Ortak
urtax
Oyun
quğunar
Öğrenci
talebe
Öğretmen
xaca
Pencere
dakqar
Peynir
nisi
Resim
Suret, şikil
Saat
Saat
Sağlıklı
Kısany, sağ
Sakin
Selimy, sakiny
Sandalye
iskembil
Sayfa
çar
Sınıf
Sınıf, klas.
Sinirli
Diribaz,sinirli
Sokak
Küçe
Sözcük
Gaf
Su
Yad
Süt
Nek
Şehir
Şeher
Şu
İma
Şunlar
ibur
Tahta
taxta
Tembel
Qahul,tembel
Toprak
çil
Türkçe
türkchal
Ülke
memlekat
Üzüm
S’ipis’ar
Yanlış
yanlış
Yaprak
peş
Yarın
paka
Yemek
Gafun, Fu, tünar, fu.
Dağıstanlı Firmalar
EMO MÜZİK
Müzik Aletleri & Elektronik
www.emomuzik.com e-mail: info@emomuzik.com
TEL: 0.266 244 81 21 – Atatürk Mah. Bandırma Cad. No:97/A BALIKESİR
———-
ERDİL OTOMOTİV SAN. Ve TİC. LTD. ŞTİ.
Tel: 0.266 246 36 40 Fax: 245 78 97 MERKEZ: Yeni San. Sitesi Cumhuriyet Cad. 4. Sokak No:1 BALIKESİR
www.erdilaku.com.tr e-mail: info@erdilaku.com.tr
———-
AFACAN BAKLAVA SALONU * HALİL AFACAN
TEL: 0.266 249 19 37 Karesi Mah. Turan Cad. BALIKESİR
———-
LEZGİ TİCARET * SELAHATTİN & SALİH ATMACA
TEL: 0.266 293 56 82 Ali Hikmet Paşa Mah. Ekin Sok. No:20 ( Eski Zahire Pazarı Üstü ) BALIKESİR
———-
AYGÜL TİCARET * SİNAN AYGÜL
Tel-Fax: 0.266 293 79 14 Ege Mah. Demirciler Cad. No:15 BALIKESİR
———-
ÇAYLAN HARFİYAT SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ.
TEL: 0.266 227 70 05 Akıncılar Mah. Kepsut Cad. No:55 ( Karesi Petrol Arkası ) BALIKESİR
———-
ATABİR HARİTA & EMLAK ( Mesut BİROL & Ayhan ATAHAN )
Tel-Fax: 0.266 243 17 17 E.Kuyumcular Mah. 1. Çetinkaya Sok. Ay Apt. No:8/13 BALIKESİR
———-
AKBAŞ LASTİK * HASAN& OSMAN AKBAŞ
TEL: 0.266 245 56 51 Akıncılar Mah. Yağhane Sok. No:8 ( Eski Garaj Karşısı ) BALIKESİR
———-
DOĞAN TARIM MAKİNLERİ SAN.TİC.LTD.ŞTİ.
TEL: 0.266 243 10 75 FAKS: 0.26 243 11 70 Ağır San. Bölgesi Kepsut Cad. 184. Sok. No:3 BALIKESİR
———-
ERGEN MAKİNA SANAYİİ * OSMAN UFUK & HÜDAİ DOĞAN
Tel-Fax: 0.266 246 19 63 Tel-Fax: 0.266 246 19 63 Yeni San. Sit. Cumhuriyet Cad. No:272 BALIKESİR
———-
HANEYLER MAKİNA SANAYİİ * BURHAN HANEY
TEL: 0.266 246 04 11 FAX: 0.266 246 56 39 Yeni San. Sit. Cumhuriyet Cad. 40.Sokak No:25 BALIKESİR
www.haneylermakina.com e-mail: haneylermak@mynet.com
———-
NERGİZLİ DEMİR DOĞRAMA * AHMET ÇELİK & MEHMET ALİ ŞEN
TEL: 0.266 246 30 22 FAX: 0.266 246 28 81 Yeni San. Sit. 12 Ekim Cad. 30. Sok. No:1/3 BALIKESİR
———-
AFACAN MAKİNE METAL SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ.
TEL: 0.266 281 11 30 FAX: 0.266 281 11 33 Organize San. Bölgesi No:187/14 BALIKESİR
www.afacan.com.tr e-mail: info@afacan.com.tr
———-
GÖÇMEZ İNŞAAT * ENGİN GÖÇMEZ
TEL: 0.533 777 08 BALIKESİR
———-
YAVUZ ELEKTRİK & AYDINLATMA * YAVUZ BAŞOL
Tel-Fax: 0.266 245 40 20 Oruç gazi Mah. Altay Cad. No:75 BALIKESİR
———-
ÜÇLER DEMİR SANAYİİ SAN. Ve TİC. LTD. ŞTİ.
A.Sanayi Bölg. Kepsut Cad. No:29 TEL: 0.266 243 36 27
———-
ÖZEN DÖKÜM SANAYİİ ve TİCARET A.Ş.
O.S.B 3. Cadde No:6 P.K. 45 BALIKESİR TEL: 0.266 281 10 13(Pbx) FAX: 0.266 281 10 17
www.ozendokum.com e-mail: info@ozendokum.com
———-
HANEYLER TİCARET * NİZAMETTİN HANEY
Ege Mah. Demirciler Cad. No:18 REL: 0.266 244 58 36
———-
FER-ÇELİK BİSİKLET – MOTORSİKLET ve YEDEK PARÇA İMALATI
TEL: 0.266 281 10 31 FAX: 0.266 281 10 32 Organize Sanayi Bölgesi Savaştepe Yolu 7.Km. 187 Ada No:12 BALIKESİR e-mail fercelikbis@hotmail.com
———-
ÇELMAK TARIM MAKİNALARI TİC. SAN. LTD. ŞTİ.
Yeni San. Sit. 48. Sok. No:8 BALIKESİR TEL: 0.266 20 00 FAX: 0.266 246 28 02 www.celmak.com
e-mail: info@celmak.com
———-
SAVRAN ÇİÇEKÇİLİK * MEHMET SAVRAN
TEL: 0.266 239 38 98 Yıldırım Mah. Topak Sok. No:12/F Milli Kuvvetler Cad. Ordu Evi Arkası BALIKESİR
———-
ŞENA MOBİYA * ALİ AŞIR
TEL: 0.266 246 10 86 Yeni San. Cumhuriyet Cad. 14.Sok. No:9/11 BALIKESİR
———-
DAĞISTANLI MATLI YEM BAYİİ
TEL: 0.266 266 10 07 Ortaca ( Kirne ) Köyü BALIKESİR
Kimiz Chu Vucya
Lezgi grup web sayfasina hoş geldiniz.Bu lezgilerin birbirleriyle irtibatını sağlamak ve kültürlerini geliştirmek için açılmış bir sitedir.
İ kual lezgirin patala akavunva sa shayt ya çu sad sadax galaz tü’küra luzhuz akanyva sa kual ya…
Lezgi Grup ( Google Groups )
Öncelikle Herkese Merhaba.
Lezgi Grubumuz Google Groups’da İşlevini Sürdürmektedir. Duyuruları, Lezgice Müzikleri ve Bütün Bilgileri Grup Sitemizden Alabilirsiniz.
Radyo – Lêzqî FM
Arkadaşlar Radyomuz Açılmıştır… Dj KaFKa$
Ama Bi Eklenti Lazımdır. Radyonun Açılması İçin Onun Linkini Veriyorum Aşağıdan İndirebilirsiniz.
İndirdikten Sonra İse İnen Kurulum Dosyasını Bilgisayarınıza Kurun Gerisi Zaten Kendisi Gelir…
http://80.237.209.20/objects/FlatProducerSetup501.exe
Lêzqî FM
<IFRAME height=480 width=640 src=”http://www.flatcast.com/de/Player.aspx?sid=823456“>
</IFRAME>
Lezgi Dünyasına Hoşgeldin !
LezgiGrup’a Hoşgeldiniz ..! Grubumuzun WordPress’e Ait Web Sitesi 02/04/2009 Tarihinde Açılmıştır.
Powered ßy Lezgimurat